Tarihi ve Kültürüyle GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İLBEYLİ AŞİRETİ

Tarihi ve Kültürüyle GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İLBEYLİ AŞİRETİ

İlbeyli aşireti, Anadolu’nun kalbi Sivas’tan gönül coğrafyamızın incisi Halep’e kadar uzanan oldukça geniş bir alanda, yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş, yaşadığı topraklara Türk mührü vurarak ardında derin izler bırakmış önemli bir Türkmen aşiretidir. Bu aşiretin, hayatta kalabilmek için asırlar boyuverdiği mücadeleyi yansıtan tarihi ve yüzyılların imbiğinden damıtılarak gelen zengin kültürü kayda değer mükemmelliktedir.

İlbeylilerin tarih ve kültürleriyle ilgili, 2002 yılında yayınladığımız “Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri” adlı iki cilt kitabımızda geniş bilgiler sunmuştuk. Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen kitabımızın ikinci baskısını yapmak kısmet olmadı. Ancak, o günden bu güne sürdürmüş olduğumuz araştırmalarla, çok sayıda yeni bilgi ve belgelere ulaşarak kitabımızı üç cilt halinde ikinci baskıya hazır hale getirdik. Oldukça kapsamlı bir konuyu ele alan bu yazımızı nerdeyse özetlerin özeti denilebilecek bilgilerle sunup tamamlamayı düşünüyoruz.

İlbeyli/Elbeyli Adı:

İlbeyli kelimesi, il + bey + lişeklinde üç heceden meydana gelmiştir. İlbey, ilin, yurdun, aşiretin beyi anlamındadır. Yakın tarihimizde (1930’lu yıllar) il valilerinin “İlbay” olarak adlandırılması benzer bir konudur. İlbeyli kelimenin sonundaki (-li)eki ise, ilbey’e ait, ilbey ile birlikte olan,ilbey’ikuşatan anlamındadır. İlbey aynı zamanda Türkçe erkek ismidir. İlbeyli dediğimizde, İlbey adındaki kişinin etrafındaki insanlar, akrabaları, komşuları veya aşiret fertleri akla gelir. Biz, Prof. Dr. İlhan Şahin hocamızın “Bazı aşiretler isimlerini başlarındaki beyden aldılar.” fikrinden hareketle, İlbeyli adının aşiretin başındaki İlbey adlı kişiden dolayı verildiği kanaatindeyiz. Bunun güzel örneği, Âdemli, Bahadırlı, Bahâeddinli, Bâyezîdli, Danişmendli, Fîrûzlu, Korkudlu, Mikâilli, Okcuİzzeddinli, Recebliadlı aşiret isimleri ile Sivas’ta kurucusunun adını almış olan Haydarlı, Bedirli, Durdulu, gibi köy isimleridir.Bu gün aşiret halkının telaffuz etmiş olduğu Elbeyli adı da aynı kapsamda olup İlbeyli ile aynı anlamdadır. Biz, ilgili Osmanlı belgelerinin neredeyse tümünde “İlbeğlü” şeklinde kaydedilmiş olan ismi tercih ederek yayınlarımızda İlbeyli adını kullandık.

Yörüklük, Türkmenlik:

Bu kavramlarla ilgili değişik fikirler beyan edilmiş, tartışmalar olmuş, hatta kitaplar yazılmıştır. Biz bu konunun detayından uzak durarak bizi ilgilendirenkısmı hakkında bir cümle de olsa bilgi vermek istiyoruz. Osmanlı belgelerindeki adlandırma ve tasniflere baktığımızda, Sivas ve Tokat’ta yaşayan İlbeylilerin genellikle “yörük” olarak tanımlandıklarını ve “Ulu Yörük” Türkleri bünyesinde yer aldıklarını;Halep, Rakka, Münbiç, Antep,Maraş Urfa, Kilis yöresindeki İlbeylilerin ise “Türkmen” tasnifiyle kaydedildiklerini görüyoruz.

İlbeylilerin Anadolu ve Suriye’ye Gelişleri:

Bu konunun yazılı kaynakları yok denecek kadar azdır. Sözlü kaynaklardaki “Çıktık Horasan’dan sökün eyledik” dizesiyle başlayan şiir ise bize küçük bir ipucu vermektedir. Sözlü ve yazılı kaynakları karşılaştırdığımızda, İlbeylilerin 12. Yüzyılın sonlarına doğru şimdi İran sınırları içinde bulunan Horasan bölgesinden ayrılan Türkmenlerle birlikte Anadolu’ya gelmiş olmaları muhtemel görünüyor.

Yaşadıkları Coğrafya (Şehirler, Köyler, Yurtlar, Yaylaklar):

İlbeylilerin Anadolu ve Suriye’de yaşamış oldukları yerleri şöyle özetleyebiliriz:

Sivas:Sivas ile Şarkışla arasında İlbeyli yöresi adıyla bilinen 42 köy mevcut olup, bu köyler şunlardır: Akçainiş, Akkuzulu, Apaköy, Aylı, Bedirli, Bostancık, Çallı, Çaypınar (eski adı SavcunKızılcakışla), Çongar, Damılı, Damlacık, Durdulu, Eskiapardı, Eskiköy, Gazibey, Gözmen, Güney, Hanlı, Haydarlı, Hayırbey, Herekli, Kabasakal, Kâhyalı, Karalar, Karalı, Kartalca, Kavlak, KayadibiBucağı, Keçili, Kızılova (eski adı Kızılcaköy), Kızılöz, Koyuncu, Menşürlü, Sarıdemir (eski adı Kürtköyü), Savcun, Sorguncuk, Söğütçük, Tatlıcak,  Yanalak, Yaramış, Yeni Apardı, Yeni Kızılcakışla (eski adı MenşürlüKızılcakışla).Ayrıca Sırıklı köyü de belgelerde İlbeyli olarak görünmektedir.İmranlı ilçesinde Çit Yaylağı(hafızalardaki Çit Çimen Yaylası), Durucain ve Boyacı kışlakları. Şarkışla ilçesinde Baltalı ve Çanakçı köyleri. Yıldızeli ilçesi Beşiktepe Yörükler Yaylası, Yıldızdağı Yaylağı.

Tokat:1695 tarihinde Zile Voyvodalığı Orta Pâre kazasında 20 köy. Bu köyler şunlardır: Ağca Kışla, Alacalu nam-ı diğer Katı Kışla, Ballıkaya, Bekesi?, Gökdere, Gümüşdigin, Halaçlu, Halik nam-ı diğer Ağalu, Kara Sofulu, Karacahan, Kayalu, Kemallü, Kızıllu, Kızılöz, Kilek. Tarhana, Uzun Turanlı, Virancık, Yanıkulı, Yazı Kışla.

Samsun:Vezirköprü ilçesine bağlı Elbeyi Köyü mevcuttur. Köyün İlbeyli Türkmenleriyle bir ilişkisinin olup olmadığı tespit edilememiştir.

Yozgat:Önce Sorgun kazasına bağlı olan İlbeyli köyü 1955 yılında Çekerek ilçesine bağlanmıştır. Köy sakinleri Sivas İlbeyli yöresinden geldiklerini söylemektedirler.

Ordu:Ordu Kabataş ilçesine bağlı Elbeyiköyü şimdi mahalle statüsündedir. Köy halkı burayaReşadiye’ye yakın Perşembe yaylasından geldiklerini, geçmişlerinin İlbeyli’ye dayanabiliyor olabileceğini söylemişlerdir.

Erzincan:Sivas İlbeylileri 1700 ve 1800’lü yıllarda Kuruçay civarındaki yaylakları kullanıyorlardı.

Halep:1693 iskânından bu güne kadar ayakta kalan ve tamamı Suriye sınırları içinde bulunan 30 köy şunlardır: Alıcı, Arap Azi, Arap Çördük, Ayeşe, Bab-ı leymun, Çobanbey, Çörten, Eşekci, Haliloğlu, Haydarpaşa, Kadılar, Kalkım, Karagöz, Kersenli, Kocalı, Kuruca Höyük, Mazcı, Memili, Molla Yakup, Sandı, Sekizler, Sinsile, Taflı (Bir kısmı), Taşkapı, Tel Ayşe, Usbağılar (Sipahiler), Tirhin, Zilif, Yıldız, Ziyaret.

Rakka, Münbiç, Ravendan:1693 yılında, bu bölgedeki 68 köye İlbeyliler yerleştirildiler. Günümüzde, Münbiç civarında yaşayan “Beni Asîd” adlı kabilenin aslı İlbeyli olup başlıca köyleri şunlardır: Anzeviye, Birr-i Hıllo, Bortakallı, Cessene, Cup el-Kadir, El-Cuse, El-Davşan (Tavşan), Hamam-ı Kebir, Hamam-ı Sagir, Harfen, Hayy-ı Kebir, Hayy-ı Sagir, Mıgeyrat.

Trablusşam-Lazkiye:1729 yılında, İlbeyli’nin Tarikli cemaatinden 9 hane burada yaşıyordu.

Urfa:1723 yılında Maraş İlbeyli aşiretinden önemli bir topluluk Harran’da yaşıyordu.

Gaziantep:Tespit ettiğimiz 13 İlbeyli köyü şunlardır: Cevizli (Lohan), Şahin Bey; İsbatirin (Ispatırın), Şehit Kâmil; Köksalan (Mertmengene), Şehit Kâmil. Oğuzeli ilçesine bağlı köyler: Acar (Acer), Akçakoyunlu, Doğanpınar (Haral), Küçük Karacaören, Şiveydin (Altınyurt, mahalle), Üçkubbe, Soybunlu (Mezra, Demirkonak yakınında), Yukarı Güneyse. Çiftlik (Kemüntepe), Karkamış; Kurucahöyük, Nizip.

Kilis:Tespit ettiğimiz 15 İlbeyli köyü şunlardır: Merkez ilçeye bağlı köyler: Arpakezmez, Yavuzlu (Tilhabeş). Elbeyli ilçesi ve ona bağlı köyler: Elbeyli, Alahan, Aşağı Beylerbeyi, Yavuzlar (Aynafar), Beşiriye, Çangallı, Çıldıroba, Hacı Şakir Çiftliği (Aşağı Beylerbeyi Mah.), Kalbursait, Sağlıcak (Şekep), Turanlı, Yağızköy (Delhemi). Bozcayazı (Zabaran), Musabeyli.

Antakya:1729 yılında İlbeyli’nin Karataşlı cemaatinden 5 hane Antakya’da 1 hane ise buraya bağlı Yenihan’dayaşıyordu.

Adana:1729 yılında İlbeylicemaatinden 7 hane burada yaşıyordu.

Mersin:Mut ilçesinde İlbeylilerin yaşadığı Elbeyli köyü mevcuttur. Ayrıca Erdemli ilçesine bağlı Elbeyli adlı bir köy (şimdi mahalle) bulunmaktadır.

Kahramanmaraş:1611 tarihinde Maraş ve Pazarcık’ta “Maraş İlbeğlisi” adıyla yaşamakta olan İlbeyliler 1693 yılında Rakka, Halep ve Urfa’ya iskân edildiler. Ancak, bakiyeleri Maraş’tadır.

Mardin:Kızıltepe ilçesine bağlı Elbeyli köyü mevcuttur. Bir internet sitesinde, köyü Suriye Deyrizor’dan gelen İlbeyli Türkmenlerinin kurduğu yazılıdır.

Kayseri:1871 yılında, Develi kazasına bağlı halkı dağılmış köylerden birisinin de Elbeyli köyü olduğu görülüyor. Sivas İlbeylileri eskiden Pınarbaşı Kaynar’a yaylaya giderlerdi.

Bursa:Bursa İznik ilçesine bağlı Elbeyli köyü daha sonra mahalleye dönüşmüştür. Köy halkı İlbeyli Türkmenlerinden olupolmadıklarını bilmemektedirler.

Kocaeli:1773 yılında, Kocaeli Livası Ada nahiyesine bağlı Elbeyli adlı bir köyün mevcut olduğunu görüyoruz.

Adıyaman:Kâhta ilçesine bağlı Elbeyi Köyü mevcuttur. Köyün İlbeyli Türkmenleriyle bir ilişkisinin olup olmadığı tespit edilememiştir.

Kars, Iğdır:Burada İlbeğileradıyla bilinen kalabalık bir Türkmen topluluğu mevcuttur.

İlbeylilerin Boyu:

Bu güne kadar İlbeylilerin, Avşar, Bayat Beydili, Alkırevliboylarından olabileceklerine dair bilgiler verilmiştir.[1]Selçuklu dönemine ait bilgiler veOsmanlı dönemi belgeleri ışığında bu konunun ilerde kesinlik kazanacağı ümidini taşımaktayız.

 İlbeyli Aşireti Tarihçesi:

Anadolu’ya İran Horasan bölgesinden geldiklerini belirtiğimiz İlbeylilerin bundan sonraki yaşantılarını şu üç başlık altında ele alabiliriz:

Selçuklular Döneminde İlbeyli Aşireti:

Konuyla ilgili elimizdeki tek belge, Sivas’ta 1271 yılında inşa edilmiş olan Buruciye Medresesi’ndeki taş kitabedir. Halen medreseana eyvanının güneyindeki niş içerisinde sergilenmekte olan kitabe, medrese vakfiyesinin şartlarını açıklayan üç kitabeden biridir. Bu kitabenin ortasında: “minnahiyet-i İlbeğlü”, kenarında ise “karyeten Eski”  ibareleri yazılıdır.[2] Bu “minnahiyet-i İlbeğlü, “karyeten Eski” tabiri“İlbeyli Nahiyesi’nin Eskiköy’ündenanlamında olup vakfı kuran kişinin memleketini bildirmektedir.Bu durumda, 1271 yılında Sivas’ta bir İlbeyli nahiyesinin ve Eskiköy adlı bir köyün var olduğu anlaşılıyor. Belirtilen tarihte bir nahiyeye İlbeyli adının verilmiş olması, yörede yörük hayatı sürdüren ve etkin bir aşiret olan İlbeylilerden kaynaklanmış olmalıdır.

Selçuklular dönemindeİlbeyliler,muhtemelen yazı Sivascivarındaki yaylaklarda, kışı ise Halep, Antakya, Adana gibi sıcak memleketlerde geçirerekyörük hayatı yaşıyorlardı. Selçukluların 1243 yılındaki Kösedağ yenilgisini takiben, Anadolu’da yaşanan Moğol istilası sonucuAnadolu’dan Suriyebölgesine göç eden Türkmenler arasında İlbeylilerin de olması muhtemeldir.

Osmanlılar Döneminde İlbeyli Aşireti:

İlbeylileri Osmanlı belgelerindeiki ayrı topluluk halinde görüyoruz. Bunlardan ilki Sivas’ta yaşayan Ulu Yörük teşekkülüne bağlı Sivas İlbeyli Cemaative Tokat’ta yaşayan İlbeyli Kabilesi’dir.İkincisi ise Maraş Türkmeni taifesinden Maraş İlbeğlisiadı verilen topluluktur.XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde Maraş’ta ve daha sonra iskân edildikleri Rakka, Münbiç, Halep, Antep ve Urfa’da yaşadıklarını kayıtlardan öğreniyoruz.

Osmanlılar döneminde, Sivas İlbeylileriyle ilgili tespit ettiğimiz ilk belge 1454/ 1455 yıllarında tutulan tapu tahrir defteridir.[3]Bu defterde, aşirete ismini verdiğini düşündüğümüz İlbeğiadlı kişiyi, Hicarcıkve Ökziköylerinde tımar sahibi olarak görüyoruz. Buradakiİlbeğiveled-i İlbeği,yani İlbeği oğlu İlbeğişeklindeki ibare dikkat çekicidir. Daha sonra tutulandefterde[4]aynı köyün önce İlbeği oğlu Şehzade’ye, 1485 tarihli tapu kaydında[5]ise Ulu Yörük İlbeğlisi’ndenMürüvvet Kethuda oğlu Emirza’ya tımar olarak verildiği görülüyor.Bu defterde,İlbeylilerin “Bölük-ü İlbeğlü Yörük-ü Büzürk Cemaat-i Emirza Kethüda” adı altında kayıt altınaalınmış olması ise artık yeni bir statüdür. Bundan sonra İlbeyliler uzun bir süre Ulu Yörük tasnifi içerisinde bir bölük”olarak yörük tarzı hayatlarını sürdüreceklerdir. 1485 yılındaki söz konusu kayıtta 311nefer/hane ve tahmini 1555 nüfus görülmektedirler.

1520 yılında tutulan bir tımar defterinde,[6]Halim Hanı mezrası ile Kalın Değirmeni köyünün İlbeğioğlu Emirza’nın oğlu Kasım’a; içinde şimdiki bazı İlbeyli köylerinin de bulunduğu Sivas’a yakın birçok köyün ise İlbeğioğlu İlbeği’ye tımar olarak tevcih edildiği görülüyor. Yine 1520 yılında tutulan tapu defterinde[7] İlbeyli Bölüğünün “Cemaat-i Emirzaveled-i İlbeğlü” yani “İlbeyli Oğlu Emirza Cemaati” şeklinde kaydedilmiş olduğunu görüyoruz. Bu kayıtta Emirza’nın çocukları arasında Kasım isimli biri mevcuttur. Böylece “İlbeği-Emirza-Kasım” silsilesi ikinci kez önümüze çıkmış oluyor.

Yukardaki bilgiler ışığında, İlbeyli’nin ilk kuşak beylerini İlbey,onun oğlu İlbey, Şehzâde, Mürüvvet, Emirza, İlbey, Emirza, Kasım şeklinde sıralayabiliriz.

Zikredilen tapu kaydından, İlbeylilerin 1520 yılında54kışlakta “829 hane, 213 mücerred ve tahmini 4358nüfus”[8] ile artık yeni bir hayat tarzına başladıkları anlaşılıyor. Bundan sonra kışları Sivas’taki kışlaklarında, yazları ise “KızıldağÇit Çimen Yaylası”, “Yıldızeli Beşiktepe Yörükler Yaylası”, “Yıldızdağı Yaylası”, “Pınarbaşı Kaynar Yaylağı”, gibi yaylaklarında geçiriyorlardı. İlkel usullerle de olsa kışlaklarında toprağı işlemeye başlamışlardı.

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivindeki 1574 tarihli Yörükân-ı Sivas defterinde[9]İlbeyli kışlaklarıyla ilgili kapsamlı bilgilere ulaşıyoruz. Diğer cemaatlere ait kışlakların da İlbeyli’ye dâhil edildiği bu kayıtta İlbeyli Bölüğü’ nün 72 kışlakta “2177 hane, 1661 mücerred ve 12546 tahmini nüfusla”[10] varlığını sürdürdüğü görülüyor.

3 Ağustos 1578 tarihine geldiğimizde Sivas İlbeylilerini bünyesine alan İlbeyli Kazası teşkil edilmişti. Belirtilen tarihte kaza sakini halkın yazın yaylalara dağılmış olmasından dolayı hububattan alınan “nüzül” vergisinin toplanmasında zorluk yaşandı.[11]

XVII. Yüzyılda aşiretin yaşadığı önemli olayları, yaylak ve kışlaklarına diğer aşiretlerin tecavüzleri, yerleşik halkın yaylaklarına yersiz müdahaleleri, fazla vergi ödemeksuretiyle haksızlığa uğramaları, zaman zaman vergi ödemekte zorlanmaları ve bu yüzden cezalandırılmaları, eşkıya zulmüne maruz kalmaları şeklinde özetleyebiliriz.

1683 yılında yapılan tahrire göre İlbeyli Cemaati503 nefer, tahmini 1515nüfus ile Sivas’taki kışlaklarında hayvancılıkla uğraşıyor, arpa, buğday gibiürünleri de yetiştiriyorlardı.

XVIII. Yüzyılda aşiretin yaşadıkları bir önceki asırda yaşadıklarıyla benzer özellikteydi. Anacak bu asra damgasını vuran bazı önemli olayları şöyle özetleyebiliriz: Ordunun ihtiyacı için sık sık asker istendi. Binbaşı İlbeyli Oğlu Halil Ağa 1000 kişilik maiyetiyle orduya katıldı. İlbeyli kazasıSultan İbrahim’in kızıBeyhan Sultan’a malikâne olarak verildi.

XIX. yüzyıl olaylarını ise şöyle özetleyebiliriz: Daha önceTokat’a bağlı olan İlbeyli Kazası bu yüzyılın ilk çeyreğindeSivas’a bağlandı.İmparatorluğun diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi,1831, 1838, 1841 yıllarında İlbeyli kazasında da nüfus sayımları yapıldı. 1844 yılında tüm kaza halkının mal varlıkları kayıt altına alındı.[12]1867’de İlbeyli Kazası lağvedilerek kaza statüsüne son verildi. Bundan sonraki dönemde, İlbeyli, Menşürlü, Hanlı, Çallı, Aylı,Bedirli, Kayadibiköyleri farklı zamanlarda nahiye oldu. Böylece İlbeyli, Sivas merkeze bağlı bir yöre haline dönüştü.

1 yüzyıla geldiğimizde, yaşanılan büyük harpler, seferberlik, genç nüfusun azalması, kıtlık, sağlık, ulaşım ve eğitim sorunları İlbeyli yöresini derinden etkiledi.

İlk kayıtlarına 1554 yıllında rastladığımız Tokat İlbeyli Kabilesi muhtemelen Sivas İlbeylilerinden ayrılma bir topluluktur. Tokat Ortapare Kazası Ulu Yörük Cemaati arasında varlığını sürdüren bu kabile halkının 1695 yılında Zile kazasına bağlı 20 ayrı köye kaydedildiğini görüyoruz. Uzun yıllar yörük hayatını sürdüren bu topluluk nihayet 1829 yılında Yozgat Akdağmadeni yakınındaki Karahisar-ı Behramşah kazasına madende çalıştırılmak üzere iskân edildi.[13]

Osmanlı belgelerine “Maraş İlbeğlüsü” olarak kaydedilmiş olan ve bizim de Maraş İlbeylisiolarak tekrarladığımız topluluk 1611 yılında Maraş’taki ev ve yurtlarında yerleşik olarak yaşamaktaydı. 1690 yılında, Maraş Türkmen Taifesi boy beyleri arasında İlbeği oğluadlı dört ayrı beyin bulunması aşiretin güçlü bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Ancak, olumsuz halleriyle çevreye zarar verdikleri gerekçesiyle Maraş İlbeylileri’nin 1693 yılında Rakka’ya iskân edilmesi emredildi. Buradaki suların yetersiz olması nedeniyle bu emir kaldırıldı ve Maraş İlbeylileri aynı yıl Mümbiç, Ravendan, Halep, Antep ve Urfa’ya iskân edildiler.[14]Buradaki iklim şartlarına dayanamayan aşiretin bazı birimleri iskân yerlerinden kaçarak Maraş, Adana, Antakya, İçel, Hama, Humus, Trablusşam, Lazkiye, gibi şehirlere dağıldılar.

Maraş İlbeylilerinin iskân edildikleri yerlerde kalarak yurtlarını şenlendiren ve 1693 yılından günümüze kadar varlıklarını sürdürmüş olan bakiyesine biz Halep İlbeylileri adını verdik. 1729 tarihli bir belgede[15] geçen “Rakka mıntıkasında meskûn iken Haleb’ieşkiyadan korumak maksadı ile Münbiç mevkiinde iskân edilmiş olan İlbeyli Aşireti…” ibaresinden Halep İlbeylilerininHalep’i korumak amacıyla bu mıntıkaya yerleştirildikleri bilgisine ulaşıyoruz. İskânı takiben İlbeyliler yüzyıllar boyunca Halep’i korudular. Bu yüzden onlara Halep’in muhafızları demek daha doğru olur. Bu İlbeyliler bu gün Halep yakınında 30, Gaziantep’te 13, Kilis’te 15, Rakka-Münbiç ve Ravendan bölgesinde yaklaşık 35 köyde meskûndurlar.

Cumhuriyet Döneminde İlbeyli Aşireti:

Cumhuriyet DönemindeSivas İlbeylileri, 42 köyü, Kayadibive Bedirli nahiyeleriyle Sivas merkez ilçeye bağlı önemli bir yöre olarak dikkat çekiyordu.1950 ve 60’lı yıllarda eğitim alanında güzel hamleler olsa da hemen peşinden gelen köyden kente göç hiç durmadı.Günümüzde, ulaşım, sağlık, eğitim, altyapı gibi birçok alanda iyileşmeler olmasına rağmen nüfusunun büyük çoğunluğunu kaybetmiş olan köylerde tarım ve hayvancılık alanındaki üretim çok sınırlı düzeye indi.Çoğunluğu sınırlarımızın dışında kalan Halep İlbeylileri tarım ve hayvancılığa dayalı yaşantılarını sürdürdüler.

İlbeyli Kültürü:

Aşiret adlarını ve geleneklerinin mühim bir kısmını koruyarak günümüze kadar taşımış olan İlbeyliler oldukça zengin bir kültürel birikime sahiptirler. İlbeyli kültürü için, Anadolu Türk kültüründen önemli bir kesit ve onun özünden kıymetli bir numunedir diyebiliriz.

Hamur, bulgur, et ve süte dayalı zengin halk mutfağı; tarihi misafir odalarından süzülüp gelen konukseverlik ve ev kültürü; insanı kucaklayan komşuluk ve imece kültürü; dilden dile gönülden gönüle aktarılarak gelmiş olan türkü ve ağıt kültürü; renklerindeki güzellik ve nakışlarındaki zarafetle insanı şaşırtan dokuma kültürü; farklı fonetiğiyle dikkat çeken ağız özelliği; atasözleri, deyimleri, ölçülü sözleri ve bilmeceleriyle dikkat çeken sözlü kültür,   kökü yüzyıllar öncesine dayanan halk hekimliği, halk veterinerliği, halk takvimi, halk ekonomisi; farklı özellikler sergileyen doğum, sünnet, evlenme ve ölüm gelenekleri günümüzİlbeyli kültürünün sadece bazı başlıklarıdır.1984 yılından bu güneyaptığımız araştırmalarla yörenin birçok kültür değerikayıt altına alınmış, birçok unsuru gün ışığına çıkarılmış olmasına rağmen, araştırılacak daha çok konu olduğu kanaatindeyiz. Yeni araştırmacılar ve yayınlarla bu köklü kültürü ortaya çıkarma çalışmaları aralıksız sürdürülmelidir.

Asırlar boyuncayurt ve millet sevgisiyle yoğrulmuş, hiçbir surette devlete isyanları görülmemiş, kara günlerde malı ve canıyla devletine destek vermiş olan İlbeyliler günümüzde de aynı özelliklerini korumaktadırlar. Dinine, devletine ve töresine bağlı, hakkı hakikati söylemekten hiçbir zaman çekinmeyen, mert ve cömertİlbeyli halkının bu güzel hasletleri dileriz hiç eksilmesin.

[1] Geniş bilgi için bkz. Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri Cilt:1, s. 23-26

[2] Bu bilgiye, Max Van Berchem’inSivas Divriği Corpus‘unda, merhum İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) ve Rıdvan Nafiz (Ergüder)’in Sivas Şehri kitabında ve A. Gabriel’inMonumentsTurcsD’anatolie(Amasya, Tokat, Sivas)adlı kitabında yer verilmiştir.

[3] BOA. TTD 2, s.666.

[4] BOA. TTD 15,

[5] BOA. TTD 19, s. 540

[6] BOA. TTD 98, s. 19, 49-51.

[7] BOA. TTD 79, s.387-398.

[8] Erhan Afyoncu (2000), “Ulu Yörük (1485-1574)”, Anadolu’da ve Rumeli’de Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu Bildirileri,Yörük Türkmen Vakfı Yayını, Ankara.s. 6.

[9] TKA, TD, nr. 16, vr. 2b-21a.

[10] Erhan Afyoncu, a.g. bildiri.

[11] A.{DVNSMHM.d, 35/278, (H. 986 Ca 29).

[12] Geniş Bilgi için bkz. Kemalettin Kuzucu, XIX Yüzyıl Ortalarında İlbeyli Kazasının Sosyal ve İktisadi Durumu, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). Erzurum 1996.

[13] BOA. TS.MA.e, 1307/30, (H. 1244 Za 29).

[14]Geniş bilgi için bkz. Faruk Sümer (2016), Oğuzlar, İstanbul, s. 204-205. Cengiz Orhonlu (1987), Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskânı, İstanbul, s. 63-65. Yusuf Halaçoğlu (1991), XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, s. 82, 119, 123-124, 141.

[15] BOA. TS.MA.e, 951/3, (H. 1142 M 10). (TSMA No: 10130/3).

SİVAS HALK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMALARI PROJESİ DEVAM EDERKEN

Kadir Pürlü

Yürekleri Saran Heyecan
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından 31 Ocak 2005 Pazartesi günü Sivas’ın tüm yerleşim yerlerini kapsayan Halk Kültürü Araştırmaları ve Köy Envanteri Hazırlama çalışmaları büyük bir heyecanla başlatıldı. Bu heyecan, 5 Kasım 1931 tarihinde Sivas’ta ilk Âşıkları Bayramını gerçekleştiren merhum Ahmet Kutsi Tecer’in heyecanını andırıyordu.
Sivas Kültürünü derlemek için bu yola bir ömür harcamış, Eflatun Cem Güney, Vehbi Cem Aşkun, Muzaffer Sarısözen, Sedat Veyis Örnek ve İbrahim Aslanoğlu nasıl bir heyecanla çalışmışlarsa benzeri duygular içinde Halk Kültürü Araştırma Ekibimiz karlarla kaplı tepeleri aşarak Çallı Köyü’ne ulaştı. Şoföründen kameramanına, araştırmacısından sekreterine kadar herkes büyük bir heyecan içerisindeydi. Yürekler Türk Kültürünü derlemek, bilinmeyen değerleri gün ışığına çıkarmak için atıyordu.
Derlenen malzemeleri değerlendirmek üzere aynı günün akşamı Sivas’ta toplandık. Video kasetine kaydedilen türküleri dinlerken ve halay görüntülerini seyrederken birbirimizi kucaklayıp öyle bir tebrik etmemiz vardı ki, bu mutluluğu kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Derlediğimiz ürünlerin zenginliği ve kalitesi o akşam çalışma azmimizi daha da güçlendirdi ve Anadolu’da kültürünün yok olmaya yüz tuttuğu düşüncesini de aklımızdan silip attı. Anladık ki, Anadolu Türk Kültürü kendisini derleyecek araştırmacıları hasretle bekliyordu.
Halk Kültürü Araştırmalarının ciddi ve kapsamlı olarak başlatıldığı 31 Ocak 2005 tarihi, Sivas Kültür tarihine önemli bir gün olarak geçecektir diye düşünüyoruz.

Sivas Halk Kültürüyle İlgili Günümüze Kadar Yapılan Çalışmalar
Sivas Halk Kültürünü derlemek amacıyla geçmişte önemli çalışmalar yapılmıştır. Bunları tarih sırasına göre şöyle özetleyebiliriz:
1. Ünlü masal babası Merhum Eflatun Cem Güney (1896-1981) 1927 yılında Sivas’tan çok sayıda masal derledi. 1928 yılında Sivas’ta çıkan Duygu Düşünce dergisinde Âşık Ruhsatî’yi tanıttı. Aynı yıl İstanbul’da yayınlanan Halk Bilgisi Haberleri Mecmuası’da Ruhsatî’nin koşmalarını yayınladı. Böylece, Türk Masallarının dünyaya yayılmasında Sivas’ta derlenen masalların büyük etkisi oldu.
2. Sivas Lisesi Edebiyat Öğretmeni ve daha sonra Milli Eğitim Müdürü olan Merhum Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967) tarafından 5 Kasım 1931 tarihinde Sivas’ta “Sivas Halk Şairleri Bayramı” düzenledi ve bu etkinliğe katılan şairleri 1932’de yayınladığı broşürle tanıttı. Bu bayram aynı zamanda Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde ilk olarak düzenlenen Halk Şairleri bayramıdır. Bilindiği gibi Âşık Veysel bu bayramda keşfedilmiştir. Böylece Âşıklık Geleneğine ait ilk önemli meşale Sivas’ta yanmış oldu.
3. 24 Şubat 1933’te açılan Sivas Halkevi, yayınladığı kitaplar ve dergilerle Sivas Halk Kültürüne önemli katkılarda bulundu. Şarkışlalı Serdarî (Kadri Özyalçın-Kemal Gürpınar-1938), Deliktaşlı Ruhsati 2. Cilt (Kadri Özyalçın-Kemal Gürpınar-1938), Deliktaşlı Münhacı Hayatı ve Eserleri (Kemal Gürpınar-1939), Sivas Folkloru Cilt: 1 (V. Cem Aşkun-1940 ), Sivas Folkloru Cilt: 2 (V. Cem Aşkun-1941) , Emrah Seçme Şiirler ve Selvican Hikâyesi (V. Cem Aşkun-1942), Dünden Bugüne Sivas (Feyzi Kutlu Kalkancı-1942), Yayladan Sesler-Vatanî Şiirler (V. Cem Aşkun-1943), Darendeli Remzi (Kadri Özyalçın), gibi önemli kitaplar yayınlayan Sivas Halkevi ayrıca Ortayayla-4 Eylül dergilerini de çıkardı.
4. Hemşehrimiz, ünlü Türk Halk Müziği Uzmanı Muzaffer Sarısözen (1899-1963) 1937-1950 yılları arasında Sivas Türküleri ve Halayları da dahil olmak üzere yurt çapında yapılan derlemelere katıldı ve yaklaşık 10.000 türkü derledi. Böylece Sivas Türküleri ve Halayları hakkında ilk ciddi çalışmalar yapılmış oldu. Türkiye’de türkünün yayılmasında ve bütün yurt çapında sevilmesinde büyük hizmetleri olan Muzaffer Sarısözen’le ne kadar gurur duysak azdır. (19 )
5. Ünlü folklorcu, Sivas Ortaokulu Türkçe Öğretmeni, hemşehrimiz merhum Vehbi Cem Aşkun (1909-1979) tarafından 1938-1950 yılları arasında Sivas il merkezi Halk Kültürüyle ilgili çok önemli çalışmalar yapıldı. Sivas Folkloru Cilt:1 (1940), Sivas Folkloru Cilt:2 (1941), Sivas Şairleri (1948), gibi önemli kitapların yanı sıra 1936-1942 yılları arasında ilk 16 sayıya kadar Ortayayla, 17. sayıyla birlikte 4 Eylül adıyla yayınlanan tamamı 51 sayı dergilerin çıkarılmasında büyük katkıları oldu. Ayrıca, 45 sayı Yayla Dergisini çıkardı. Bu dergilerde Sivas Kültürüyle ilgili önemli yazılar kaleme alan Aşkun 30’a yakın kitap yayınlamıştır.
6. İlk Sayısı Şubat 1951’de çıkan ve 6 sayı çıktığı belli olan Sivas adlı dergide Vehbi Cem Aşkun, Kâşif Eren ve Kadri Erdil tarafından Sivas Halk Kültürüyle ilgili önemli makaleler yayınlanmıştır.
7. İlk sayısı Şubat 1961’de son sayısı (71. sayı) Ocak 1967 yayınlanan Su Dergisinin çeşitli sayılarında özellikle Sivas Halk Şairleriyle ilgili önemli makaleler mevcuttur.
8. Hemşehrimiz merhum Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek (1927-1980) tarafından Sivas Halk Kültürüyle ilgili çok önemli çalışmalar yapılmıştır. Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Bâtıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki (Ankara-1981) adlı eseri önemli kaynak kitaplardandır.
9. 30 Ekim 1964 tarihinde 2. kez Sivas Halk Şairleri Bayramı General Fuat Doğu’nun destekleriyle yapıldı. Gündüz bölümü Tugay Sinema Salonunda, gece bölümü ise, Sivas Orduevinde gerçekleştirilen bayrama Dertli Haydar, Âşık Seyit Türk, Âşık Ali Akış, Âşık Cehdî (Veysel Cehdî Kut), Âşık İzzeti (Ali İzzet Özkan), Âşık Feryadî Çığıran, Âşık Ali Tozkoparan, Âşık Derdimend (Fatma Oflaz), Âşık Veysel ve Âşık Hamit Şeker katıldılar. Böylece Türkiye’nin 2. Halk Şairleri Bayramı da Sivas’ta yapılmış oldu ve Âşıklık Geleneği 2. kez Sivas’ta gündeme geldi.
10. Merhum İbrahim Aslanoğlu (1920-1995) 1970’li yıllarda gösterdiği inanılmaz çaba ile Sivas’ta Halk Kültürü çalışmalarına büyük bir ivme kazandırmıştır. İbrahim Aslanoğlu, çıkardığı Sivas Folkloru (Şubat 1973-Temmuz 1979 tarihleri arasında 78 sayı yayınlanmıştır) ve Türk Folkloru (Ağustos 1979-1987 yılları arasında 96 sayı yayınlanmıştır) adlı dergilerle sadece Sivas değil Türk Halk Kültürüne de çok önemli hizmetlerde bulunmuş ve bu dergiler bir çok yazar için bir okul olmuştur. Yüzlerce makalesi ve Her Yönden Sivas (1979), Divriği Şairleri (1961), Cıvıltılar (191962), Aşık Veysel (1964, 1967), Seyit Türk (1967), Sivas Halk Şairleri Bayramı (1965), Külhaşzâde Rahmi (1967), Kul Himmet Üstadım (1976), Yalınkat-Sefil Selimi (1978), Pir Sultan Abdallar (1984), Âşık Veli (1984), Söz Mülkünün Sultanları (1985), gibi değerli eserleriyle Sivaslıların ve sevenlerinin gönüllerinde taht kurmuştur.
11. İlk sayısı Mayıs 1987’de, 4. sayısı ise Temmuz 1989’da yayınlanan ve Sivas Belediye Konservatuarı yayını olan Sivas Kültür-Sanat Dergisinde Sivas Halk Kültürüyle ilgili Müjgân Üçer, Kutlu Özen, Haluk Çağdaş, Doğan Kaya, Ali Şahin, İsmet Çetin, İlhami Baştürk ve öteki yazarların önemli makaleleri mevcuttur.
12. Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü yayını olan ve İlk Sayısı 1990 yılında çıkan Revak Dergisi 2003 yılına kadar 13 sayı çıkmıştır. Bu dergide de Sivas Halk Kültürüyle ilgili çok değerli makaleler mevcuttur.
13. Sivas’ta 1992-1993 yılları arasında 12 sayı çıkan Kızılırmak Dergisinin bazı sayılarında da Halk Kültürüyle ilgili güzel makaleler bulunmaktadır.
14. İlk sayısı Ocak-Mart 1997 tarihli olan ve 2003 yılına kadar 7 sayı yayınlanan Sivas Altıncı Şehir Dergisinde de Sivas Halk Kültürüyle ilgili önemli makaleler bulunmaktadır.
15. Sivas Halk Kültürü üzerine ciddi araştırmalar yapmış ve büyük emek sarf etmiş olan isimlerden birisi de Araştırmacı Yazar Kutlu Özen’dir. Yüzlerce makalesinin yanı sıra Güldane (Âşık Feryadi’nin şiirleri, Sivas-1983), Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri (Sivas-1996), Abdülvehhab Gazi Hazretleri ve Gaza Arkadaşları (Necati Demir ile, Sivas-1996), Âşık Feryadî (Kadir Pürlü ile, Sivas 1996), Divriği Evliyaları (Sivas-1997), Âşık Veysel (Sivas-1998) ve Sivas Efsaneleri (Sivas-2001) adlı kitapları yayınlamıştır.
16. Günümüzde, Emekli Eczacı ve Araştırmacı Yazar Müjgân Üçer hanım efendi, ağırlığı şehir merkezi olmak üzere Sivas Halk Kültürüyle ilgili önemli araştırmalar yapmıştır. Çok sayıda makalelerinin yanı sıra Sivas Halk Mutfağı (Sivas-1992), Atalar Sözü Yerde Kalmaz-Sivas’ta Sözlü Gelenek (İstanbul-1998), Divriği’de Mutfak Kültürü (Fatma Pekşen ile, Sivas 2001) adlı kitapları yayınlamıştır.
17. Sivas Halk Kültürünün önemli emektarlarından birisi de Doç. Dr. Doğan Kaya’dır. Yüzlerce makalesinin yanı sıra 30’a yakın kitap yayınlamıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır: Âşık İsmeti (1984), Ruhsati’nin Uğru ile Kadı Hikâyesi (1985), Şâirnâmeler (1990), Âşık Ruhsatî Bibliyografyası (1992), Mahmut ile Nigâr Hikâyesi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma (1993), Âşık Minhacî (1994), Âşık Sefil Selimî-Çobanın Can Pınarı (1996), Âşık Zakirî (1996), Sızırlı Âşık Hasan (1997), Sivas’ta Âşıklık Geleneği (1998), Âşık Ruhsatî (1999), Anonim Halk Şiiri (1999).
18. İsmail Hakkı Acar tarafından yayınlanan Zara Folkloru, ile Zara’da Çorapların Dili (İstanbul 2002) adlı eserler güzel iki derleme örneğidir.
19. Kadir Pürlü tarafından 2002 yılında yayınlanan Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri adlı iki cilt kitapta Halk Kültürünün çoğu konularına yer verilmiştir.
20. H. Hüseyin Polat’ın yayınladığı Sivas Ulaş’ta Halk Hekimliği Uygulamaları (Ankara 1995) adlı eser Halk Hekimliği konusunda önemli bir kitaptır.
21. Ömer Karakoç tarafından neşredilen Dünden Bugüne Hafik (İstanbul 1997) adlı eserde de orijinal folklorik malzemelere yer verilmiştir.
22. Uğur Kaya’nın yayınladığı Sivas Halay Ezgileri (Sivas-2000), Şiirleri ve Türküleriyle Âşık Sefil Selimî (Sivas-2001) adlı kitaplar Sivas Halk Müziği alanında yazılmış önemli iki kaynaktır.
23. Mehmet Ali Öz tarafından yayınlanan Bütün Yönleriyle Gürün (İstanbul-1999) ve Bütün Yönleriyle Ulaş İlçesi (Sivas 2002), Gürünlü Şairler (Sivas-2002) adlı eserlerde de bol miktarda folklorik malzemeler mevcuttur.
24. Ergin Doymuş tarafından yayınlanan Her Yönüyle Kangal (Sivas-1999) adlı eser de zengin folklorik bilgiler mevcuttur.
25. Fikri Karaman’ın yayınladığı İpsile, Tozanlı, Doğanşar (Sivas-1990), Sivas Doğanşar Folkloru (İstanbul-1993), Sivas Doğanşar İlçesi ve Köyleri Belgeseli (İstanbul 2000), adlı kitaplarda da folklorik bilgiler mevcuttur.
26. Muhsin Kılıç tarafından hazırlanan Geleneksel Köy Seyirlik Oyunları, Halk Dansları ve Ezgileri ile Sivas (İzmir 2002) adlı eser de Sivas Halk Oyunları konusunda önemli bir kaynaktır.
27. Murat Türkyılmaz tarafından yayınlanan Suşehri Folkloru (2004) adlı eser de itinayla çalışılmış güzel bir Halk Kültürü kitabıdır.
28. İbrahim Yasak tarafından yayınlanan Sivas Yatırları ve Abdülvehhab Gazi Hazretleri (Sivas 2004) adlı eser içeriği itibariyle önemli bir boşluğu doldurmuştur. Sivas İl merkezindeki ziyaret yerleri konusunda okunması gerekli bir kitaptır.
29. Araştırmacı Kadir Üredi’nin Sivas Lisesi, Revak, Hayat Ağacı, gibi Sivas dergilerinde yayınlamış olduğu makaleler son derecede önemlidir. Kadir Üredi şimdiye kadar bir kitap yayınlamamış olmasına rağmen, Sivas İl merkezinin Halk Kültürü konusunda oldukça sağlam bilgilere sahiptir. Sivas Kültürünü araştıranların Kadir Üredi gibi önemli bir kaynak kişiyi değerlendirmemeleri büyük bir eksiklik olacaktır.

Ne yazık ki bu güne kadar yapılan çalışmalar yetersiz kalmıştır
Yukarda görüldüğü gibi Sivas Halk Kültürü konusunda yapılan çalışmalar dağınık ve ferdi faaliyetlerin ötesine geçememiştir. 28.549 km² yüz ölçüme, 16 ilçeye, 1236 köye sahip olan Sivas için yapılan bu araştırmalar son derecede sınırlı ve bütünü kucaklayan bir sisteme bağlı olmaktan uzaktır. Bu gün, Sivas’ın türküleri, halayları, masalları, ninnileri, dokumaları, geleneksel kıyafetleri, ziyaret yerleri, inanışları, halk mutfağı, halk mimarisi, el sanatları, gelenek görenekleri ile daha nice Halk Kültürü konuları yeniden ele alınarak araştırılmayı beklemektedir.

Sivas Kültürünün derlenmesi 4 Eylül Sivas Kongresi kadar önemlidir
4 Eylül 1919 tarihinde Sivas’ta toplanan Sivas Kongresi bir milletin kurtulmasına sebep oldu. Abartmadan söylüyoruz ki, Sivas’ta derlenecek olan kültür de bir milletin kültürünün kurtulmasına sebep olacaktır.

Amacımız sistemli bir çalışmayla Sivas Kültürünü gün ışığına çıkarmaktır
Sivas Anadolu’nun ortasında, bağrından doğan ırmaklar gibi her noktasından kültür kaynayan eşsiz bir şehirdir. Ona âşık olanlar boş yere olmamış, ona sırtını dayayanlar rasgele bu tercihi yapmamışlardır. Türküleri, halayları, Halk Şairleri, kilimleri, halıları, yayla çiçeklerini hatırlatan geleneksel kıyafetleri, engin sözlü kültürü, eşsiz yemekleri ve yaşayan bin bir çeşit gelenek görenekleriyle Sivas gerçek bir kültür şehridir. Bu şehrin kültürünün derlenmesiyle Anadolu Türk Kültürüne önemli bir hizmet yapılmış olacaktır. Amacımız, sistemli bir çalışmayla Sivas Halk Kültürünü ortaya çıkarmaktır.

Sivas’ı kök köy mezra mezra tarıyoruz. Hedefimiz tüm Sivas Coğrafyası
Hedefimiz, içinde insan yaşayan tüm yerleşim birimlerine ulaşmaktır. Şüphesiz ki bu proje uzun yıllar fedakârca çalışmayı gerektirmektedir. Bunun farkında olan ekibimiz her sabah karınca sabrıyla Sivas’tan hareket ederek planlanan köye gitmektedir.

Önceliğimiz Türk Halk Müziği Derlemeleri ve Köy Envanteri
Derleme yapılacak alanın genişliği ve 200 kaleme yakın konunun varlığı göz önünde bulundurulursa, çalışmalarda bir öncelik sırasının bulunması kaçınılmazdır. Biz ilk etapta Halk Müziği derlemelerine ağırlık veriyoruz. Çünkü halk müziğimiz yabancı kültürlerin etkisi ve kaynak kişilerin ölümüyle birlikte hızlı bir şekilde bozulup kaybolmaktadır. Bu konuda acilen bir kurtarma çalışması yapılması gerekmektedir. Biz, belirtilen kaygıların etkisiyle araştırma yaptığımız yerleşim birimlerinde öncelikle türkü ve halaylarımızı video kasete kaydederek derliyoruz. Aldığımız bu görüntülerin bizden sonraki nesillerin çok işine yarayacağı konusunda inancımız tamdır. İkinci önceliği ise köy envanterine veriyoruz. Tarihi köy odaları, evler, çeşmeler, halk şairleri, çalgıcılar, zanaatkarlar, ziyaret yerleri (kutsal yerler), coğrafi özellikler, doğal güzellikler, kaynak kişiler, kırsal işletmeler, gibi bir çok bilgi elde edilmiş olduğundan bu envanter bizden sonraki araştırmacıların elinde önemli bir belge olacaktır.

Türkiyenin en mükemmel Halk Kültürü Arşivini Sivas’ta oluşturmak için gayret gösteriyoruz.
Derlemelerimizi ilk günlerde makaralı teyp, mekanik video kamerası ve mekanik fotoğraf makinesi ile yapıyorduk. Bu şekilde elde edilen ürünlerin bilgisayar ortamına aktarılması ve CD’lere kaydedilmesindeki zorlukları görünce artık tüm derlemelerimizde dijital aletlere yöneldik. Araştırmalarımızı, dijital ses kayıt cihazı, dijital fotoğraf makinesi ve dijital kamera ile yapıyoruz.
Çekilen fotoğraflar, alınan görüntüler ve kaydedilen sesler, öncelikle Yerleşim Yeri Tasnifine göre nereden alınmışlarsa o yerleşim birimi dosyalarına kaydediliyor. Daha sonra, Konu Tasnifine göre Bilgi İşlem Merkezimizde ilgili dosyalara aktarılıyor. Bu surette oluşturulan bilgiler CD’lere kaydedilerek Halk Kültürü Arşivimizde 3’er suret saklanıyor.
Çalışmamızın bu safhasında daha çok bir arşiv oluşturmak için çaba sarf ediyoruz. Bir anda bütün malzemeleri değerlendirmek mümkün değildir. Bu konuda bizim yapacaklarımız vardır. Ancak, derlenen malzemelerin değerlendirilmesi görevi daha çok bizden sonraki araştırmacılara düşmektedir. Ezgileri notaya alabilirler, bilgileri yayınlarlar, fotoğrafları yorumlarlar, görüntülerden belgesel hazırlarlar, …

Danışma Kurulumuz ve Araştırma Ekibimiz konusuna hakim kişilerden oluşmaktadır.
Bu çalışmaya başlayabilmek, araştırmaların içerik ve sınırlarını belirlemek için ilk etapta bir Danışma Kuruluna ihtiyacımız vardı. Yapılan görüşmeler ve fikir alışverişinden sonra Danışma Kurulumuz şu kişilerden oluşturuldu:
1. Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya, Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi.
2. Dr. Berat Demirci, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü.
3. Kadir Pürlü, İl Kültür ve Turizm Müdürü.
4. Kutlu Özen, Araştırmacı, yazar.
5. Müjgân Üçer, Araştırmacı, yazar.
6. İsmail Hakı Acar, Araştırmacı, yazar.
7. Ali Şahin, Araştırmacı, yazar.
8. Rıfat Kaya, Müzik Araştırmacısı.
9. Uğur Kaya, Sivas Devlet Türk Halk Müziği Korosu Şefi.
10. Kadir Üredi, Araştırmacı, yazar.
11. Nurettin Tanrıverdi, Halk Oyunları uzmanı.
12. Ahmet Karababa, Halk Oyunları Öğreticisi.
13. Özcan Keskin, Halk Oyunları Öğreticisi.
14. Nevzat Öztürk, Halk Oyunları Öğreticisi.
15. Turan Polat, Halk Oyunları Öğreticisi.
16. Mehmet Asanakut, Mahalli Müzisyen.
17. Ahmet Ayık, Mahalli Müzisyen.

Danışma Kurulumuz, 2005 yılında Sivas’a bağlı merkez köylerde, ilerleyen yıllarda ise diğer ilçelerde araştırma yapılmasını önerdi. 146 merkez köy programa alınarak 31 Ocak 2005 tarihinde araştırmalara başlandı. Araştırma ekibimiz şu kişilerden oluşturulmuştur:
1. Kadir Pürlü, İl Kültür ve Turizm Müdürü.
2. Celal Şeker, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Uzmanı.
3. Bekir Güzeldağ, Resim Öğretmeni, Halk Kültürü Araştırmacısı.
4. Ertuğrul Özkanat, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Folklor Araştırmacısı.
5. İbrahim Kesgin, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kalorifercisi (görevlendirmeyle şoför).
6. Adnan Perçin, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Bekçisi (görevlendirmeyle şoför).
7. Teyfik Keneş, Mahalli Halk Müziği Sanatçısı.

Ekibimiz şu ana kadar 123 yerleşim biriminde araştırma yapmıştır.

Valiliğimizin Büyük Desteği İle Çalışmalarımızı Sürdürüyoruz
Bu araştırmaları valiliğimizin maddi ve manevi destekleriyle sürdürüyoruz. Araştırmada kullandığımız Bilgisayarlar, Dijital Fotoğraf Makineleri, Kameralar ve ses kayıt cihazları, büyük bir kültür dostu olan valimiz Dr. Hasan Canpolat’ın destekleriyle, İl Özel İdaresi bütçesinden İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne ayrılan ödenekle satın alınmıştır. Ayrıca alan araştırmasında kullandığımız araçların yakıt giderleri yine valiliğimizce karşılanmaktadır. Valiliğimizin Sivas Kültürüne yaptığı bu katkıyı Sivas halkı asla unutmayacaktır.

Bütün Kurumlardan Destek Bekliyoruz
Sivas o kadar geniş bir coğrafyaya sahip ki, birkaç ekiple onun kültürünü araştırmak kısa vadede mümkün değildir. Kişi ve kurumların öncelikle kültür çalışmalarının önemini kavraması ve yapılan araştırmalara yardımcı olması gerekmektedir. Bu topraklarda köklerimizin sonsuza dek kalması ve millet olarak ayakta durmamız için kültürümüze sahip çıkmaktan başka çaremizin olmadığı herkes tarafından bilinmelidir. Üniversitemiz başta olmak üzere, Milli Eğitim, Sağlık, Jandarma, Tarım ve Diyanet teşkilatının, kaymakamlıkların, belediyelerin, muhtarlıkların ve kültüre gönül vermiş tüm kişi ve kuruluşların desteklerini bekliyoruz. Özellikle ezgilerin notaya alınmasında müzik öğretmenlerinin; derlenen bilgilerin değerlendirilmesinde ise Türkçe ve Türk Dili Edebiyatı öğretmenlerinin gönüllü çalışmalarına ihtiyacımız bulunmaktadır.

Çalışmalarımızın meyvesini almaya başladık
Hedeflediğimiz 1236 köyün sadece 123’ünü yani % 10’unu taramış durumdayız. Ekibimizin 31 Ocak-30 Haziran 2005 tarihleri arasında yaptığı araştırmalar sonuç itibariyle oldukça verimli geçmiş ve aşağıdaki listede görüleceği gibi bu araştırmayla çok önemli bilgiler elde edilmiştir. Daha başlarında olduğumuz bu çalışmanın sonucunu şimdilik şu küçük listeyle vermekle yetiniyoruz:

Araştırma Tarihleri : 31 Ocak 2005-30 Haziran 2005.
Araştırma Yapılan Köy Sayısı :
Araştırma Yapılan Belde Sayısı :
Araştırma Yapılan İlçe Merkezi Sayısı :
Gidilen Yol Miktarı (km) :
Çekilen Resim Adedi:
Eldeki Ses Bandı Adedi:
Eldeki Video Kaseti Adedi:
Derlenen Türkü Adedi:

Proje ne zaman bitecek ve derlenen ürünler nasıl değerlendirilecektir ?

SİVAS ve ÇEVRESİNDE YENİLEN DOĞAL BİTKİLER

Kadir PÜRLÜ

Bitkilerin insan ve diğer canlılara etkisi büyüktür. İnsanlar, yiyecek ve giyecek hazırlamak, bir takım alet ve eşyalar yapmak, hastalıklarını sağaltmak ve hayvanlarını beslemek gibi bir çok hayati ihtiyaçlarını bitkilerden yararlanarak karşılarlarken, konuyla ilgili büyük bir kültürel birikim de oluşmuştur.
Kadim bir kültür merkezi olan Sivas “halk botaniği” açısından oldukça zengindir. Doğada bulunan bitkilerin önemli bir kısmı halk tarafından adlandırılmış, bunlardan nasıl yararlanılacağı belirlenmiş ve bu alanda oluşan yüzyılların birikimi tecrübeler nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.
Bu yazıda Sivas halk botaniğinin sadece doğal olarak yetişen ve halk tarafından yenilen bitkileri konusu ele alınmıştır. Bu bitkilerin şifa amaçlı kullanılması oldukça geniş bir konu olduğundan ve konuyla ilgili ayrı bir yazı hazırlamakta olduğumuzdan şimdilik bu alana girilmemiştir.
Öncelikle bir ömür boyu biriktirdiğimiz kişisel tecrübeler, görüştüğümüz çok sayıda kaynak kişi ve halktan aldığımız sözlü bilgiler ışığında kaleme alınan bu yazımızda yer alan bitkiler birtakım yazılı kaynaklardan da araştırılarak sözlü ve yazılı bilgilerin karşılaştırılması yapılmıştır.
Sivas İl Merkezi, İlbeyli Yöresi ve sınırlı olmak üzere diğer merkez köylerde yaptığımız alan araştırmasında konumuzla ilgili 118 bitki tespit edilmiştir. Şehir merkezinde tecrübeli kişilerce, kırsal kesimde ise genellikle halk tarafından kök, gövde, yaprak, çiçek, meyve ve tohumlarından yiyecek olarak yararlanılan bu bitkileri üç sınıfa ayırarak şu başlıklar altında açıklamak mümkündür:
A. Otsu Bitkiler.
B. Çalı Formunda Bitkiler.
C. Ağaççık ve Ağaçlar.

A. OTSU BİTKİLER:
Halkımız tarafından genellikle “ot” olarak tanımlanmış olan ve yenilen bu bitkilerden tespit edebildiklerimiz şunlardır:
1. Akgül (Ağgül): Yabani Hatmi veya Tıbbi Hatmi bitkisidir. Beyaz çiçeklerinin altında oluşan ve dolgun bir düğmeyi andıran tohumu yeşil ve yumuşak durumdayken çiğ olarak yenilir. Tohum yenilmeden önce yeşil renkli dış kılıfı (kabuğu) soyup atmaya dikkat etmek gerekmektedir. Ayrıca, bu bitkinin beyaz renkli çiçekleri, başta astım olmak üzere, nefes darlığı, öksürük, ses kısıklığı ve tüm solunum yolları hastalıklarına karşı kaynatılarak içilir.
2. Ak Hardal (Ağ Hardal): Yabani Hardal otunun bir çeşididir. Yaprakları kül renginde olup sarı çiçek açar. Yaprakları ve sertleşmemiş gövdesi tıpkı tere, roka gibi çiğ olarak yenilir. Zeytinyağı ve sirke ilave edilmek suretiyle salatası yapılır.
3. Ak Sormuk (Ağ Sormuh): Beyaz Ballıbaba bitkisidir. Sormuk, ağızda sorulan (emilen) yiyecek demektir. Bu bitkinin beyaz çiçeklerinin dibindeki öz su emildiğinde ağızda şekere benzer güzel bir tat bırakır. Bu yüzden “sormuk” adını almıştır. Dikenleri arasına gizlenmiş olan uzun çiçeği yerinden çıkarırken dikenlerin parmağa batmamasına dikkat edilmelidir. Çiçek yerinden alındıktan sonra dışındaki yeşil renkli yaprağa benzeyen koruma katmerleri temizlenir. İşaret, orta ve baş parmaklar arasına sıkıştırılan çiçeğin dip kısmı dudaklar arasına alınıp emilerek özsuyu tadılır. Bu özelliğinden dolayı sormuk özellikle çocukların ilgisini çeken bir şifalı bitkidir.
4. Aptal Otu: Bkz. Gelin Parmağı
5. Areyşin: Kökü yenilen bir çiğdem türüdür. Sarı çiçek açar ve kökü diğer çiğdemlere göre daha iridir. Kök üzerindeki kahverengi kabuk soyulduktan sonra geriye kalan beyaz kısım yenilir.
6. Aş Otu: Bir yıllık otsu bir bitkidir. 25-30 cm kadar boylanır ve beyaz yada pembe çiçek açar. Reyhana benzer güzel bir kokusu vardır. Çiçek halindeyken toplanıp güneşte kurutulur. Kurutulmuş gövde, bir bez veya muşamba üzerine silkelendiğinde yaprak ve çiçekler buraya dökülür. Bu şekilde ayrılan yaprak ve çiçekler bir kavanoz veya küleğe doldurulup baharat olarak kullanılır. İlbeyli yöresinde “Bulamaşı” adı verilen yoğurtlu çorbaya katılan aş otu bu çorbaya güzel bir tat ve koku verir.
7. Bağa Yaprağı: Bağa yada Kurbağakaşığı adlı bitkidir. Özellikle sulak yerlerde ve su kenarlarında yetişir. Şifalı bir bitkidir. Yaprakları sıcak suda haşlandıktan sonra bir kez de soğuk suyla yıkanır. Bu şekilde hazırlanan yapraklardan etli veya bulgurlu sarma yapılır. Yaprakları çiğ olarak olgunlaşmış çıban üzerine sarılırsa çıbanı patlatır. Mide rahatsızlığı çekenler bu bitkinin yapraklarını suda haşlayıp tereyağı ile kavurmak suretiyle yerler.
8. Baldırcan: Yazılı kaynaklarda Baldıran olarak geçen bitkidir. Zehirli olmasına rağmen, bu bitkinin bir türünün taze gövdesi Merkez Karalar Köyü’nde kabuğu soyulduktan sonra çiğ olarak yenilir.
9. Biyam-Biyan: Meyan bitkisidir. Kökü aktarlarda meşhur “meyan kökü” olarak satılır. Bu bitkinin kökleri Sivas halk pazarlarında ve şehir merkezindeki Sebze Hali’nde köylüler tarafından satılmaktadır. Meyan Kökü şekerli olup daha çok ağza tat vermek için küçük parçalar halinde ya ağızda gezdirilir yada ön kısmı soyulmuş küçük bir kök parçasının ucu ısırılarak öz suyu emilir. Taze Meyan kökü eskiden özellikle çocukların aradığı bir lezzetti.
10. Cıtlık (Cıtlıh) Otu: Yüksek rakımlı ve kumlu-killi arazilerde yetişir. Yaprakları külrengidir. Bitkinin siyah renkli kökü sökülerek o anda ortaya çıkan sütünden “cıtlıh sakızı” adı verilen kahverengi ve farklı bir tadı olan sakız elde edilir. Genellikle yaz aylarında kırsal kesimde yaşayan çocukların aradığı bir bitkidir.
11. Cıtlık (Cıtlıh) Süpürgesi: Radika bitkisidir. Sütü sakız, gövdesi ise ev süpürgesi yapımında kullanılır. Kökünden sökülen bitkinin gövdeleri önce demet haline getirilip bağlanır. Daha sonra kök kısımları kesilip atılarak geriye kalan gövde ve dallar süpürge haline getirilir. Kökündeki sütten elde edilen ve “Cıtlıh Sakızı” adı verilen kahverengi sakız kırsal kesimdeki çocuklar ve hanımlar tarafından büyük bir zevkle çiğnenirdi. Cıtlık sakızı ayrıca bağırsak kurtlarını dökmek ve ağız kokusunu gidermek amacıyla da çiğnenir.
12. Çalık Otu: Bkz. Pırçalık-Pirçelik
13. Çay Otu: Merkez Karalar Köyü’nün doğusunda bulunan ve “Daşınbaşı”- “Kepez” adlarıyla anılan tepenin doruğundaki kayaların arasında yetişir. Kökü kaynatılarak çay gibi içildiği için bu adı almıştır. Yaprakları kül, kökü işlenmiş çay rengindedir. Solunum yolları hastalıklarına iyi geldiğine inanılan bitkinin aynı zamanda sakinleştirici bir etkiye sahip olduğu da bilinmektedir.
14. Çayır Kuzukulağı: Kuzukulağı bitkisinin, yaprakları ok ucuna benzeyen türüdür. Daha çok çayırlık alanlarda yetiştiği için bu adı almıştır. Taze gövdesi ve yaprakları çiğ olarak yenilir. Oldukça ekşi bir tada sahiptir. Toplanan yaprakları küçük demetler haline getirilerek kullanılır. Birkaç yaprağı yeşillik ve çeşni olarak salataların içerisine doğranabilir. Çayır Kuzukulağının böbrek taşlarına ve şeker hastalığına iyi geldiğine inanılır.
15. Çayır Pirçeliği (Havucu): Kökü şeklen havuca benzeyen ancak sarımtırak renkte olan bir bitkidir. Kök kısmı çiğ olarak yenilir.
16. Çayır Soğanı (Suvanı): Yaprakları soğana benzeyen ve 40-50 cm boy yapan bir bitkidir. Genellikle çayırlık ve sulak alanlarda yetişir. Kendisi soğana benzemesine rağmen tadı sarımsağı andırır. İştah açmak amacıyla çiğ olarak yenilir.
17. Çayır Yemliği: Çayırlık alanlarda yetişen yemlik türüne yörede bu ad verilir. Tarla Yemliğine göre boyu daha çok uzar ve 40-50 cm ye ulaşır. Taze gövdesi ve yaprakları çiğ olarak yenilir. (Geniş bilgi için bkz. Yemlik)
18. Çıtlık: Bkz. Cıtlık
19. Çiğdem: Bilinen çiğdem bitkisidir. Sivas’ta kanarya yada altın sarısı renginde çiçek açan çiğdem türleri yetişir. Güzel sarı çiçeklerinden süs olarak yararlanıldığı gibi, hoş bir tadı olan kökü de şifa için çiğ olarak yenilir.
20. Çilek Otu: Yabani Çilek bitkisidir. Kızarmış meyveleri toplanarak yenilir. Şifa amaçlı olarak yaprakları suda kaynatılıp çocuğu olmayan kadınlara içirilir.
21. Çiriş Otu: Bilinen çiriş otunun bir çeşididir. Bitki gövdeleşmemiş haldeyken elle dipten koparılıp yıkandıktan sonra aynen pırasa gibi doğranıp yemeği pişirilir. Bazı yörelerde ise bulgur pilavının içerisine katılarak “çirişli pilav” yapılır.
22. Çoban Döşeği: Yerden yüksekliği 2-3 cm’yi geçmeyen çok yıllık ve sürünücü bir bitkidir. Nisan ayında beyaz ve pembe çiçekler açar. Üzerine oturulduğunda tıpkı minder-döşek gibi insan kendisini rahat hissettiğinden bu adı almıştır. Çiçekleri çiğ olarak yenilir.
23. Çoban Kavurgası: Merkez köylerde “yapışkan” adı verilen bitki türünün esmere yakın yeşil ve eliptik yapraklı çeşididir. Bitkinin tohum kısmı sıyrılmak suretiyle gövdeden alınır. Daha sonra avuç içine konularak iki elin arasında bastırılmak suretiyle iyice ovalanır. Bu işlem sonunda kılıf toz haline gelerek siyah renkli tohumlar ortaya çıkar. Tohumlar bir elden diğerine aktarılırken aynı zamanda üzerine üfürüldüğünde kılıfın tozları uçar ve avuç içinde bitkinin tohumları kalır. Oldukça yağlı olan, tadı Çedene’ye benzeyen ve çerez gibi yenilen bu tohumlar çok lezzetlidir. Bu şekilde yenilmesinden dolayı “çoban kavurgası” adını almış olması muhtemeldir.
24. Daydırıh: Gövdesi yenilen bir otsu bitkidir. Bedirli Nahiyesinde bol olarak yetişir.
25. Deve Dikeni: Yazılı kaynaklarda geçen “devedikeni” bitkinin bir çeşidi olup yaprakları kül rengindedir. Bitki gövde gelişmesini tamamladığında gövdenin uç kısımları kesilip dikenleri ayıklandıktan sonra kabuğu soyularak yenilir.
26. Ebegümeci (Ebem Komeci): Yaprakları ve küçük bir düğme şeklindeki yeşil meyveleri çiğ olarak yenilir. Tereyağında kavrularak yenildiği gibi ıspanağa benzer şekilde çorbası pişirilir.
27. Emcek: Karçiçeğinden sonra ortaya çıkan ilk bitkilerdendir.Yaprakları koyu yeşil renkte ve yere yapışık durumda olup rokaya benzer. Genellikle güney yamaçlarda ve kumlu arazilerde yetişir. Bitki henüz gövdelenmemiş durumdayken kökünden sökülerek toplanır. Toprağı ya da çamuru yıkandıktan sonra beyaz köküyle birlikte yaprakları çiğ olarak yenilir.
28. Eşkicek: Yazılı kaynaklarda Kaya Koruğu veya Ömür Otu olarak geçen bitkidir. Genellikle yüksek rakımlı tepelerin yumuşak topraklı kuzey yamaçlarında yetişir. Güneş gören kısımları kırmızımsı ve diğer kısımları yeşil renkte olan yapraklar bir alttakilerin içine gizlenmiş olup ince bir gövde üzerinde kat kat yükselirler. Gövdenin uç kısmında kırmızı renkli çiçekleri görülür. Rozet şeklindeki yaprakları etli ve suludur. Sıcak havalarda susuzluğa karşı yenilen ve tadı ekşi olan bu bitkiye tadından dolayı “eşkicek” adı verilmiştir. Bu bitkinin “Kaya Eşkiceği” adı verilen ve yenilen bir benzer çeşidi daha mevcuttur.
29. Eşek Işkını (Eşşek Işgını): Yazılı kaynaklarda Ova Eşekdikeni, Boğadikeni olarak geçen bitkidir. 30-50 cm boy yapar. Yaprakları çok parçalı ve kenarları dikenlidir. Dalları budanıp geriye kalan gövdenin kabuğu soyulduktan sonra çiğ olarak yenilir. Bu haliyle kenger bitkisinin ışkınına benzediğinden “eşek ışkını” adını almıştır. Mide ağrısını dindirmek ve ayrıca peynir mayası yapmak için de kullanılır. Eskiden uzak mesafede sağılıp köye taşınan dolu süt kaplarının içerisine çalkanmayı önlemek için bu bitki yerleştirilirdi. Bazı köylerde bu bitki “şeker dikeni” olarak bilinir.
30. Eşek Turpu (Eşşek Turpu): Yazılı kaynaklarda “hardal otu” yada “turp otu” olarak geçen bitkinin bir çeşididir. Tadı turp bitkisini andırdığından bu adı almıştır. Toplanan yaprakları iyice yıkandıktan sonra çiğ olarak yenilir veya istenildiğinde salataların içerisine doğranır.
31. Evelik: Yazılı kaynaklarda Lâbada olarak geçen bitkidir. Haşlanmış yapraklarından bulgur veya et sarması yapılır. Ekşiye yakın bir tada sahiptir. Öksürüğe, bronşite, mayasıla ve nefes yolu rahatsızlıklarına iyi geldiği inancıyla tohumu çay gibi kaynatılarak içilir.
32. Ezentere: Yazılı kaynaklarda Anason olarak geçen bitkinin Anadolu’da bol yetişen türüdür. Bu bitkiden daha çok şifa amaçlı yararlanılır. Soğuk algınlığı ve sancıya iyi geldiği inancıyla suyu kaynatılarak içilir. Ayrıca çocuklardaki gaz sıkışmasını giderdiği inancıyla tohumu kaynatılarak çocuğa içirilir.
33. Gâvur Pancarı: Bkz. Livik (İlivik)
34. Gelin Parmağı (Gelin Barnağı): Bir yıllık otsu bitkidir. Külrengi yaprakları elips şeklindedir. Boyu 3-4 cm’ye ulaştığında, toprak seviyesinden bıçakla kesilerek toplanır. Bıçakla kıyılıp yağda kavrulduktan sonra, açılmış hamur arasına konularak “gılik-gilik” adı verilen özel ekmeği yapılır veya yağda kavrulmak suretiyle yenilir. Ayrıca, bu bitkinin “çoban kavurgası” adı verilen siyah ve yağlı tohumları da yenilir. Yaz geldiğinde tohumları meraklıları tarafından aranan bir bitkidir.
35. Gomeç-Gömeç: Bkz. Ebegümeci (Ebem Komeci)
36. Gözenek: Çiğdem bitkisinin biraz daha geç çiçek açan bir türüdür. Merkez Apaköy’de bol yetişir ve kökleri çiğ olarak yenilir.
37. Guzuğlah: Bkz. Kuzu Kulağı
38. Gürlevik-Gürleyük Otu: Yaprakları geniş, parçalı ve koyu yeşil renkte bir bitkidir. Merkez Karalar köyünün Karatepe mevkiinde yetişir. Haşlanmış yapraklarından bulgur sarması yapılır. Kendine has bir tadı ve çok hoş bir kokusu vardır.
39. Hardal: Yabani hardal otudur. Yörede başlıca üç türü yetişir. Yaprakları kül rengi olana “ağ (ak) hardal”, koyu yeşil ve esmer renkli olana “kara hardal”, tadı turpa benzeyen türe ise “eşek turpu” adı verilir. Bu üç hardal türünün yaprakları çiğ olarak yenilir ve gerek görüldüğünde salatalara da katılabilir.
40. Höşmerim: Yazılı kaynaklarda Tilkikuyruğu olarak geçen bitkidir. Bitki 3-5 cm boyundayken toplanır ve yaprakları tereyağında kavrulduktan sonda “gılik” adı verilen özel ekmeği yapılır.
41. Isırgan (Isırgı): Yaprakları ıspanak gibi pişirilerek yemeği yapılır. Kıyılmış yaprakları tereyağında kavrulmak suretiyle de yenilir. Yine, yaprakları ince ince kıyılarak salata yapılır ve şifa amacıyla yenilir
42. Işkın: Kenger bitkisinin gövdeleşmiş haline bu ad verilir. Bir yiyecek olarak ışkın dibinden koparılıp dalları ve yaprakları budanmış kenger gövdesidir. Bu haliyle etli ve hafif sulu bir sebze özelliğinde olan ışkın kabuğu soyulmak suretiyle çiğ olarak yenilir. Genellikle Mayıs ayında yaygın bir şekilde yenilen ışkının mide rahatsızlıklarına iyi geldiğine inanılır.
43. İlivik-İliğik: Bkz. Livik
44. İt Üzümü: Yazılı kaynaklarda, “it üzümü”, “köpek üzümü”, “herdemtaze” olarak geçen bitkidir. Meyveleri 4-5 mm çapında yuvarlaktır. Siyah meyveli olanı zehirli olup yenilmez. Ancak, kırmızı yada turuncu meyveli olanı, ağızda bıraktığı mayhoş tat için, tadımlık olarak yenilir.
45. Kangal: Konumuzla ilgili kitaplarda Eşek Dikeni olarak geçen dikenli bir bitkidir. 50-100 cm arasında boylanır. Kül rengi yapraklarının kenarı ile pembe çiçeklerinin etrafı dikenlidir. Dallanmamış gövdesi dipten bıçakla kesildikten, dal ve yaprakları budanıp kabuğu soyulduktan sonra çiğ olarak yenilir. Etli ve hafif sulu olan kangal, ağızda çok hoş bir tat bırakır. Mayıs-Haziran aylarında Sivaslılar tarafından özellikle karaciğer hastalıklarına iyi geldiği inancıyla bol bol yenilir. Sivas’ın Kangal ilçesi büyük bir ihtimalle adını bu bitkiden almıştır.
46. Kara Diken: Yazılı kaynaklarda Deve Dikeni veya İskoç Dikeni olarak geçen bitkidir. 50-100 cm arasında boylanır. Gövdesi, parçalı yapraklarının kenarı ve pembe çiçeklerinin etrafı dikenlidir. Dallanmamış taze gövdesinin kabuğu soyulduktan sonra tıpkı “ışkın” ve “kangal” gibi yenilir. Ayrıca, çiçeklerinin tüyleri alındıktan sonda dipte kalan beyaz renkli kısmı dikenlerden ayıklanıp çiğ olarak yenilir.
47. Kara Hardal: Bkz. Hardal
48. Kara Yağalca: Adaçayı bitkisinin değişik bir türüdür. İlbeyli Yöresinde, benzer türlerin hepsine birden “Yapışkan” adı verilmiştir. 30-40 cm boylanır. Gövdesi kare, yaprakları yürek şeklinde olup mor çiçek açar. Yapraklarının siyaha yakın bir renkte olmasından dolayı bu adı almıştır. Kabuğu soyulmak suretiyle gövdesi çiğ olarak yenilir. Mide ağrılarına iyi geldiğine inanılan şifalı bir bitkidir.
49. Kara Yapışkan: Bkz. Kara Yağalca
50. Kasnı: “Ferula szowitsiana DC. (Umbelliferae) türünün gövdesine Sivas bölgesinde verilen ad. Bu tür 30-70 cm yükseklikte, çok yıllık, otsu, özel kokulu, parçalı yapraklı ve sarı çiçekli bir bitkidir…” . Kasnı aslında “çakşır otu”nun bir çeşididir. Gövdesi dipten koparılıp kabuğu soyulduktan sonra kalan kısmı çiğ olarak yenilir. Ağızda hoş bir tat bırakan kasnının mide ağrılarına iyi geldiğine inanılır.
51. Kaya Eşkiceği: Yüksek rakımlı kayalıkların kaya aralarında ve yarıklarında yetişen bir eşkicek çeşididir. Yukarda hakkında bilgi verilmiş olan eşkicek bitkisine göre boyu daha kısa, ortası boş ve tadı biraz acımsıdır. Oldukça etli ve sulu olan yaprakları çiğ olarak yenilir.
52. Kazan Karası: Bkz. Kara Yağalca
53. Kedi Elması: Adaçayı bitkisinin değişik bir türüdür. Yaprakları eliptik olup, beyaz veya pembe renkli çiçek açar. Özel kokulu bu bitkinin 2-3 cm çapındaki meyvesine “kedi elması” adı verilir. Salatalığı hatırlatan farklı bir tada sahip olan bu meyve çiğ olarak yenilir.
54. Kekik: Kekiğin birçok türü Sivas’ta bol olarak yetişir. Özel kokulu ve şifalı bir bitki olan kekiğin taze yaprakları kurutulup baharat olarak kullanılır. Ayrıca, karın ağrısı, mide ağrısı, şeker, öksürük gibi bir çok hastalığa iyi geldiği inancıyla kaynatılarak suyu içilir.
55. Kenger: Bilinen Kenger bitkisidir. Sivas’ta 20-40 cm boylanan türü yaygın olarak yetişir. Çok yıllık, otsu ve sütlü bir bitkidir. Yaprakları mızrak ucu şeklinde, parçalı ve kenarları dikenlidir. Birkaç yaprağının toprak üstüne çıktığı dönemde “kenger” olarak adlandırılır. Kengerin siyah renkli kökü kabuğu soyulduktan sonra çiğ olarak yenilir. Farklı bir tada sahiptir. Ayrıca kökündeki sütten “Kenger Sakızı” adı verilen sakız elde edilir. Yine kengerin birkaç yapraktan ve yaprakların birleştiği “cil” adı verilen kısmı çiğ olarak taze sebze gibi yenilir. Kengerin uzayıp gövdeleşmiş şekline “ışkın” adı verilir ve ışkın kabuğu soyulmak suretiyle çiğ olarak yenilir. Ayrıca kengerin tohumları kavrularak “Kenger Kahvesi” adı verilen kahve elde edilir. Gövdesinin mide ağrılarına, kökünün iç hastalıklarına ve sakızının ise ishale iyi geldiğine inanılır.
56. Kızılca: Yaprakları pancara benzeyen bir bitkidir. Yaprak sapı ve ortası şerit halinde kırmızı renktedir. Bitki gövdelenme dönemine girmeden toplanan taze yapraklar bıçakla ince ince kıyıldıktan sonra tereyağında kavrulup yenilir. Bu şekilde kavrulan kızılcanın içine bir de yumurta kırılırsa daha lezzetli olur. Yağda kavrulmuş kızılca hamurun arasına konulmak suretiyle “Kızılca gıliği” adı verilen özel bir ekmek pişirilir ki bu da çok lezzetli olur.
57. Kirtikli: Sivas ve çevresinde “çakır dikeni” adı verilen bitkinin henüz gövdeleşmemiş yapraklı halidir. Havuca benzeyen kökü sökülüp çiğ olarak yenilir.
58. Kormen: Yabani soğan çeşididir. Daha çok çayırlık alanlarda yetişir. Sarımsağa benzer bir tada sahip olup dalları çiğ olarak yenilir. Bu bitkiye merkez köylerde “Suvanah” da denilmektedir.
59. Kurt Kulağı: Navruz bitkisinin gonca haline bu ad verilir. Tatlımsı bir lezzete sahip olan soğanı sökülüp çiğ olarak yenilir.
60. Kuş Üzümü: İt Üzümü (Chenopodium foliosum) bitkisidir. 25-50 cm boylanır. Meyveleri yeşil renkten kırmızıya dönüşüp olgunlaştığında çiğ olarak yenilir. Tatlıya yakın çok değişik bir tadı vardır.
61. Kuşkuşu: Yazılı kaynaklarda “kuşkuş otu”, “çoban çantası” olarak geçen bitkidir. 4-50 cm arasında boy yapar. Yaprakları parçalı ve sapın dip kısmındadır. Beyaz çiçek açar ve meyveleri rozet şeklindedir. Baharda ilk olarak ortaya çıkan bitkiler arasındadır. Gövdeleşmeye geçmeden toplanan bitkinin taze yaprakları çiğ olarak yenilir. Mevsimin ağza vurulan ilk otları arasında olduğu için meraklıları tarafından Nisan-Mayıs aylarında ısrarla aranır.
62. Kuzu Göbeği: Yazılı kaynaklarda “evlek mantarı”, “koyun göbeği” olarak geçen ve yenilen mantar türünün şapkalaşmamış ve gövdeye yapışık bir görünüm sergileyen haline bu ad verilir. Bu haliyle toplanan kuzu göbeği bıçakla kuşbaşı şeklinde doğrandıktan sonra tereyağında kavrulup yenilir. Ayrıca kuşbaşı şeklinde parçalanarak bulgur pilavının içine katılır ve Sivas’ta “mantarlı pilav” adı verilen çok lezzetli bir pilavda çeşni olarak kullanılır.
63. Kuzukulağı (Kuzuğlah): Bilinen Kuzukulağı bitkisidir. Sivas’ta bu bitkinin üç türünün yenildiği tarafımızca gözlemlenmiştir. Bunlar, yaprakları oval olan ve yaygın olarak tanınan kuzukulağı, yaprakları ok ucuna benzeyen çayır kuzukulağı ve iğne yapraklı olan kuzukulağıdır. Oval yapraklı kuzukulağı daha çok kıraç ve kumlu yerlerde yetişir. Bunların nemli kayalıklar arasında ve kuzey yamaçlarda yetiştiği de tarafımızca gözlemlenmiştir. Çayır kuzukulağı ise genellikle çayırlık alanlarda veya su kenarlarında yetişir. İğne yapraklı olan kuzukulağı ise daha çok ormanlık alanların içinde bulunan nemli alanlarda yetişir. Türü ne olursa olsun bütün kuzukulağı bitkilerinin yaprakları ve taze gövdesi çiğ olarak yenilir. Limona yakın oldukça ekşi bir tada sahiptir. Bahar geldiğinde meraklıları tarafından ısrarla aranan ve yenilen Kuzukulağının aynı zamanda iştah açtığına, idrarı artırdığına, böbrek kumlarını döktüğüne, kanı temizlediğine ve bağırsakları yumuşattığına inanılır.
64. Livik (İlivik-İliğik): Yazılı kaynaklarda “yılanyastığı”, “livik”, “danaayağı” ve “adi yılan kökü” şeklinde geçen bitkidir. Bu bitkiye merkez köylerde “gavur pancarı” adı verilmiştir. Boyu 30-40 cm ye kadar yükselir. Geniş yapraklı ve mor göbeklidir. Meyvesi gövdenin ucunda olup şeklen mısır koçanını andırır. Ancak, bu bitkinin tohum taneleri turuncu yada kırmızı renklidir. Zehirli bir bitki olduğundan çiğ olarak yenilmez. Kurutulmuş yaprakları, haşlanıp suyu döküldükten sonra çorba yapılmak suretiyle yenilir. Zehirlemesinden korkulduğundan çorbanın içerisine tedbir olarak bir miktar yoğurt katılır. Bazı köylerde bu bitkinin yaprakları toplanır, saç örgüsü gibi örülerek güneşte kurutulur ve bu haliyle kışlık yiyecek olarak saklanır. Şifalı bir bitki olduğuna inanılan livik zehirli olduğu için mutlaka kurutulmalı ve usulüne uygun pişirilmelidir.
65. Madımak: “Madımak, polygonacae familyasına mensuptur ve polygonum Cognatum Meissn. veya Sinonimi Polygonum alpestre Bieb. İsimleriyle bilinmektedir” Çok yıllık, sürünücü, otsu ve pembe çiçekli bir bitkidir. Taze gövdesi veya gövdenin uç kısımları sebze olarak yenilir. Yöre kadınları için madımak toplamak vazgeçilmez bir iştir. Bu iş bazen bir eğlenceye dönüşür. Madımak toplamak için bir araya gelen kadınlar, birbiriyle şakalaşır, türküler söyler ve günlük sıkıntılarını bir nebze de olsa atmaya çalışırlar. Toplanan madımaklar ayıklanıp yıkandıktan sonra, ya madımak teknesinde keserin ağzıyla yada bir tahta üzerinde bıçakla ince ince kıyılır. Bu şekilde hazırlanan madımak ya çorba gibi pişirilir yada yağda kavrulmak suretiyle “mıhlama”sı yapılır. Ispanağa benzer ve biraz ekşiye çalan çok hoş bir tadı vardır. Madımak yemeğinin içerisine kurutulmuş kemik ya da pastırma katılırsa daha da lezzetli olur. Sivas’ta madımak yemeği pişirmeden mevsimi geçiren bir ev kadınını bulmak oldukça güçtür. İhtiyaç fazlası madımaklar gölgede kurutulmak veya taze olarak dondurucuya konulmak suretiyle kışlık yiyecek olarak saklanır.
66. Mantar: Mantarın Sivas’ta bir çok çeşidi yetişir. Ancak, Sivas şehir merkezi ve civar köylerde sadece, yazılı kaynaklarda “evlek mantarı” ya da “koyun göbeği” olarak geçen türü yenilir. Bu mantarın gövde ve şapkasının dış rengi beyaz veya kirli beyaz renkte olup sap kısmı oldukça kalındır. Şapka kısmı yuvarlak, etli ve içi kahverengidir. Bu mantarın henüz şapkalaşmamış ve gövdeye yapışık haline “Kuzu Göbeği” adı verilir. Araziye dikkatli bakıldığında mantar yetişen alanlar fark edilebilir. “Mantar Evleği” adı verilen bu alanlarda otların rengi siyaha yakın bir görünüm sergiler. Yaklaşık 30-40 cm eninde ve 5-6 m uzunluğundaki mantar evleklerinde yetişen mantara bu yüzden Sivas yöresinde “Evlek Mantarı” adı verilmiştir.
67. Narpız (Yarpuz): Nane bitkisinin bir çeşididir. Çok yıllık otsu bir bitki olup 25-60 cm boylanır. Beyaz çiçekler açar ve özel kokulu bir ottur. Taze yaprakları çiğ olarak yenildiği gibi, kurutulmuş çiçek ve yaprakları baharat olarak kullanılır. Taze gövdesi ve yaprakları salata, çökelek, peynir, yumurta gibi yiyeceklerin arasına katılarak birlikte yenir.
68. Navruz (Nevruz): Yazılı kaynaklarda “navruz”, “nevruz çiçeği”, “süsen” şeklinde geçen bitkinin bir çeşididir. Sivas’ta yaygın olarak bu bitkinin “Iris persica” adı verilen mor çiçekli türü görülür. Tatlımsı bir lezzete sahip olan kahverengi soğanı sökülüp çiğ olarak yenilir. Ancak, Nevruz, yenmesinin dışında süsü için de toplanır. Küçük bir demetinin seyrine doyum olmaz. Bu yüzden: “Navruz derki ben nazlıyım / Sarp kayalarda gizliyim/ Mavi donlu gök gözlüyüm/ Bende âlâ çiçek var mı ?”. şeklinde bir çok türküye konu olmuştur. Yörede “Eşşek Navruzu” adı verilen değişik bir tür daha yetişir ki, bu bitki yenilmez.
69. Pırçalıh: Yazılı kaynaklarda “bırçalık” olarak geçen bitkinin bir çeşididir. 5-6 cm boylanır. Çok yıllık, köksaplı ve sarı çiçek açan bir bitkidir. Kenger kökü gibi kahverengi olan kökün kabuğu soyularak geriye kalan beyaz kısmı yenilir. Bu bitkinin Sivas halkındaki hatırası büyüktür. Şiddetli kıtlık yaşanan seferberlik yıllarında “pırçalık” çoğu köylerde ekmek yerine yenilmiştir. Bir seferberlik ağıdındaki şu dörtlük çok anlamlıdır: “Pırçalığın aşı tatlı/ İstiyor kolu kuvvetli/ Kadanız alıyım eller/ Arpa buğday pek fiyatlı”
70. Pirçelik: Bkz. Pırçalıh
71. Pur Soğanı: Yüksek yerlerde, kayalık ve jipsli alanlarda yetişen bir çeşit yabani soğan türüdür. İnce dalları çiğ olarak yenilen bu bitkiye bazı köylerde “Suvanah” denilir.
72. Sarı Sormuk (Sormuh): Yazılı kaynaklarda “ayıpençesi” olarak geçen bitkidir. Sarı çiçeklerinin dibindeki özsu ağızda sorularak (emilerek) alındığı için bu ad verilmiştir. Sadece ağızda bıraktığı şekere benzeyen tadı için çiçekleri koparılarak dip kısmı emilir. Özellikle köy çocuklarının büyük ilgisini çeken bir bitkidir.
73. Sığır Dili: Yazılı kaynaklarda da “sığırdili” olarak geçen otsu bitkidir. 50-60 cm boylanır. Gövdesi ve yaprakları dikene benzeyen beyaz tüylerle kaplıdır. Yaprakları elips şeklinde olup, mavi veya menekşe renginde çiçek açar. Gövdesi toprak hizasından kesildikten sonra dal ve yaprakları bir bıçakla budanır. Bu şekilde ortaya çıkarılan gövdenin daha sonra kabuğu soyulur ve kalan kısmı çiğ olarak yenilir. Ağızda hoş bir tat bıraktığından ve salatalığa benzer bir lezzete sahip olduğundan meraklıları tarafından arazide ısrarla aranır.
74. Sormuk (Sormuh) Otu: Sivas merkez köylerinde “ballıbaba” bitkisinin bütün çeşitlerine aşağı yukarı bu ad verilir. Pembe veya pembeye yakın çiçekleri koparılarak dip kısmındaki özsu dudaklar arasında sorulduğundan (emildiğinden) “sormuk” (emzik) adını almıştır. Çiçeklerinin özsuyu ağızda şekeri andıran bir tat bıraktığı için meraklıları tarafından arazide ısrarla aranır ve bulunduğunda mutlaka tadılır.
75. Su kangalı: Bkz. Kara diken
76. Su Teresi: Yazılı kaynaklarda da “su teresi” olarak geçen bitkidir. Genellikle yüksek yerlerdeki su kaynaklarının kenarlarında ve su içinde yetişen otsu bir bitkidir. Yaprakları sebze gibi çiğ olarak yenilir. Bu bitkinin her türlü iç hastalıklarına iyi geldiğine inanılır.
77. Suvanah: Bir çeşit yabani soğan türüdür. Çayırlık alanlarda ve nemli yerlerde bol olarak yetişir. Yaprakları soğana benzer. Yaprakları çiğ olarak yenilen bu bitkinin tadı sarımsağı andırır.
78. Şeker Dikeni: Bkz. Eşek ışkını
79. Şeker Kangalı: Bkz. Kara Diken
80. Taş Üzümü: Genellikle kayalık alanlarda yetişen bir bitkidir. Kırmızımsı küçük yaprakları silindirik, etli ve suludur. Yaprakları çiğ olarak yenilir. Mide ağrısını dindirdiğine inanıldığından şifa amaçlı da yenilir.
81. Teke Sakalı: Yemlik bitkisinin bir çeşididir. Yaprakları şerit halinde veya parçalıdır. Yaprakları çiğ olarak yenilir. Madımak, yemlik, evelik gibi yaygın olarak yararlanılan bir bitkidir.
82. Tellice (Telce): Yazılı kaynaklarda “tel pancarı”, “sirken”, “akpazı” olarak geçen bitkidir. Yaprakları üçgen şeklinde ve ilk çıktığında beyaza yakın bir renktedir. Bahar geldiğinde, gerek tereyağda kavurarak yemek, gerekse “gilik” adı verilen özel ekmeğini yapmak için ısrarla aranır. Madımak, kızılca, evelik gibi yaygın olarak yararlanılan bir bitkidir.
83. Tombul: Yazılı kaynaklarda “incirop”, “adol”, “hatol”, “gıncırop”, “topalak” olarak geçen bitkinin bir çeşididir. Yaprağı bir sapın ucunda şemsiye gibi etrafa açılır ve pembe yada beyaz çiçekler açar. Baharın çift sürülürken toprak üstüne çıkan yuvarlak yumruları toplanıp çiğ olarak yenilir. Şekerli bir tada sahiptir. Yumruları siyah ve beyaza yakın renkte olmak üzere iki çeşittir. Siyah yumrular nohut gibi yuvarlak, beyaza yakın renkli yumrular ise badem gibi yassıdır. Bilhassa çocuklar tarafından çerez gibi yenilen “tombul”un aynı zamanda mide bulantısına iyi geldiğine inanılır.
84. Topbaş: Yazılı kaynaklarda “topuz”, “kirpibaşı”, “kirpidikeni” olarak geçen bitkinin bir çeşididir. 30-80 cm boylanır. İki yıllık veya çok yıllık dikenli ve otsu bitkidir. 4-5 cm çapındaki çiçekleri yeşil renkli olup, gövdenin veya dalın ucunda küçük bir dikenli top gibi durur. Bu yüzden “topbaş” adını almıştır. Dallanmamış gövdenin kabuğu soyulduktan sonra kalan kısmı çiğ olarak yenilir. Yine, çiçek kısmı bir taşın üzerine konularak başka bir taşla vurulmak suretiyle ezilir ve ortasından çıkan beyaz kısım çiğ olarak yenilir. Özellikle bu kısmı çocuklar tarafından çok sevilir.
85. Üçgül: Yazılı kaynaklarda yine “üçgül” veya “tırfıl” olarak geçen yabani yonca türüdür. Üç yaprakçıktan meydana gelen yaprakları koyu yeşil renkte olup mor veya pembe çiçek açar. Bu bitkinin çiçeği parmak uçlarıyla koparılarak yenilir. Tatlımsı bir lezzete sahiptir.
86. Yağlıkara: Bkz. Kara Yapışkan, Kara Yağalca
87. Yağlı Yapışkan: Bkz. Yapışkan
88. Yapışkan: Adaçayı bitkisinin değişik bir türüdür. Merkez köylerde, benzer türlerin hepsine “yapışkan” adı verilmiştir. 30-40 cm boylanır. Gövdesi kare, yaprakları yürek şeklindedir. Yaprak rengi siyaha çalan türe “kara yapışkan”, “kara yağalca”; açık yeşil olana ise, “yağlı yapışkan” adı verilir. Kara yapışkanın çiçek rengi mor; yağlı yapışkanınki ise pembeye yakındır. Yapışkan denildiği zaman akla daha çok “yağlı yapışkan” gelir. Yapraklarının üzerinde yapışkan bir madde bulunması ve dokunulduğunda hafifçe ele yapışmasından dolayı bu adı almıştır. Dipten koparılan bitkinin dal ve yaprakları elle koparılarak gövde ortaya çıkarılır. Daha sonra gövdenin kabuğu diş yardımıyla soyulup kalan kısmı çiğ olarak yenilir.
89. Yar Yaprağı: Yazılı kaynaklarda “kabalak” yada “öksürükotu” şeklinde geçen çok yıllık otsu bitkidir. Yürek şeklindeki yaprakları el ayası gibi geniş ve kenarlarında sivri çıkıntılar bulunur. Meyilli, nemli alanlar ile küçük yarlarda bol olarak yetiştiği için bu adı almıştır. Suda hafif olarak haşlanan yapraklardan et veya bulgur sarması yapılır.
90. Yemlik: Yazılı kaynaklarda da “yemlik” olarak geçen bitkidir. Sivas’ta farklı dört-beş türü yetişir. Bilinen bütün türleri yenilmekle birlikle, yörede yaygın olarak “tarla yemliği”, “katır yemliği” ve “çayır yemliği” adı verilen türleri, tuza batırılmak veya üzerine tuz serpilmek suretiyle çiğ olarak yenilir. Bahar geldiğinde her Sivaslı birkaç tane de olsa mutlaka yemlik tatmak ister. Bu kaçınılmaz bir alışkanlıktır. Yemlik, başta mide ve bağırsak rahatsızlıkları olmak üzere daha bir çok hastalığa karşı kullanılan şifalı bir bitkidir. Ayrıca, yemliğin midedeki kılları erittiğine inanılır.
91. Yenen: Yağlı ve siyah renkli tohumları yenilen bir yıllık otsu bitkidir. Ekin tarlalarının içerisinde bol miktarda yetişir. Yazın ekinler olgunlaşmaya başladığında bu bitkinin tohum kılıfları toplanarak avuç içinde ezilir. Daha sonra avuç içerisine üfürüldüğünde kılıf parçaları uçar ve geriye siyah renkli tohumlar kalır. Bu şekilde elde edilen tohumlar çiğ olarak kavurga gibi yenilir.

B. ÇALI FORMUNDAKİ BİTKİLER:
92. Badem: Başta “Taşlıdere” olmak üzere Sivas’ın birçok yöresinde bol olarak yetişen bu bitkinin meyveleri güzün meraklıları tarafından toplanarak yenilir.
93. Cıtgana: Sivas Merkez köylerinde “kara çalı”nın portakal renkli küçük bir boncuk tanesini andıran meyvelerine bu ad verilir. Aşırı ekşi olan bu meyveler güzün toplanarak yenilir. (Bkz. Kara çalı)
94. Kadın Göbeği: Bir çeşit yabani gül olup, Rosa hemisphaerica adı verilen tür olması kuvvetli ihtimaldir. 30-150 cm arasında boy yapar. Sarı çiçek açar ve “kadın göbeği” adı verilen altı sarı, üst kısmı kırmızı renkte olan meyveleri çiğ olarak yenilir. Bu meyve, mayhoş elma tadını andırır ve içinden aynen “kuşburnu”da olduğu gibi tüyler ve çekirdekler çıkar.
95. Kara Çalı: Yazılı kaynaklarda “çıçırgan” olarak geçen çalıdır. Yörede yetişen türünün Hippophaë rhamnoides L. (Elaeagnaceae) olması kuvvetli ihtimaldir. 60-200 cm arasında boylanır. Gövde ve dallarının sert dikenlerle kaplı olması ve gövde renginin siyaha çalması nedeniyle “kara çalı” adı verilmiştir. Bu bitkiye ayrıca “sincan çalısı” da denilir. Turuncu renkteki meyvelerine “cıtgana” adı verilir. Bu meyveler çiğ olarak yenilir ve çok ekşidir. Aşırı ekşiyen yiyecek ve içeceklere kırsal kesimde “cıtgana gibi olmuş” denmesinin sebebi budur. Kara çalı çok sert ve uzun süre çürümeyen bir bitki olduğu için ev ve bahçelerde çit olarak ve ayrıca toprak yapılarda da tavan malzemesi olarak kullanılır. Binayı kar yağmur gibi dış etkilerden koruyan üstteki çamur malzeme kara çalının üzerine dökülür ve çatı böylece sağlamlaştırılmış olur. Kara çalının “cıtgana” adı verilen meyvesi, başta şeker hastalığı ve yüksek tansiyon olmak üzere daha değişik bir çok hastalığa karşı kullanılır.
96. Karamuk (Garamıh-Garamuh): Yazılı kaynaklarda yine “karamuk” ve “kadıntuzluğu” olarak geçen çalıdır. 50-200 cm kadar boylanır. Salkım şeklinde sarı çiçek açar. Gövde ve dalları kahverengi ve dikenlidir. Yeşil yaprakları, çiçeği ve siyah renkli meyveleri çiğ olarak yenilir. Mor renk boyaya sahip olan meyvelerinin çalısına göre değişen ve kendisine has olan tatlı, ekşi ve mayhoş tatları mevcuttur. Karamuk meyvesini sadece çiğ olarak yemekle yetinilmez. Yazın toplanarak kurutulan meyvelerinden kışın çok farklı bir lezzete sahip olan “karamuk hoşafı” yapılır.
97. Kuşburnu: Anadolu’da yaygın olarak görülen “yabani gül”dür. Yörede yaygın olarak yetişen türü 1,5 –2,5 m boylanır. Gövde ve dalları dikenli olup, beyaz, pembeye yakın veya pembe renkli çiçekler açar. Uzun-düzgün sürgünlerinden “yün çubuğu” adı verilen ve yün kabartmakta kullanılan sopa yapılır. Kırmızı meyveleri çiğ olarak yenildiği gibi bu meyvelerden aynı zamanda “kuşburnu reçeli”, “kuşburnu ekşisi” adı verilen reçel ve marmelatlar da yapılır. Meyveleri kaynatılmak suretiyle elde edilen su soğutulduktan sonra meyve suyu gibi içilir.
98. Öküz G.tü: Dağ muşmulasının bir çeşidi olup çalı formunda ve dikensiz bir bitkidir. 50-100 cm boylanır. Yaprakları elips şeklinde, yeşil veya külrengidir. Beyaz çiçek açar. Kırmızı renkte ve küçük bir tespih tanesini andıran meyveleri çiğ olarak yenilir.
99. Sincan Çalısı: Bkz. Kara Çalı
100. Yama Armudu: Çalı görünüşünde bir çeşit bodur ve sürünücü yabani Armuttur. Meyveleri olgunlaştığında (güzün) toplanarak yenilir. Ayrıca bu meyvelerden “armut turşusu” kurulduğu gibi meyvelerin kurutulup öğütülmesi yoluyla elde edilen “kurmut” adı verilen yiyecek de yapılır.

C. AĞAÇÇIK VE AĞAÇLAR:
101. Alıç-Aluç: Bilinen Alıç ağacıdır. Sivas’ta üç dört değişik türde alıç yetişir. Merkez köylerde halk alıç türlerini meyvelerine göre sınıflandırmıştır. Küçük, kırmızı ve boncuk şeklinde meyvesi olana “it alıcı”, sarı meyveleri olana “sarı alıç”, kırmızı iri meyveleri olana da “kavun alıcı” adı verilir. Tüm bu türlerin meyveleri çiğ olarak yenilir. Alıç meyvelerinden ayrıca “alıç-aluç turşusu” adı verilen turşu da kurulur.
102. Ardıç: Sivas’ta birkaç çeşit ardıç yetişir. Bu ardıçlardan dikensiz olan türün olgunlaşmış kahverengi meyveleri daha çok şifa amaçlı olmak üzere çiğ olarak yenilir.
103. Armut: Bkz. Taş Armut
104. Ayı Elması (Ayelması): 2 – 2,5 m uzunlukta bir ağaççıktır. Yaprakları külrengi veya grimsi yeşil olup elips şeklindedir. Fındık büyüklüğündeki meyveleri küçük bir elmaya benzediğinden bu adı almıştır. Olgunlaşmış meyveleri çiğ olarak yenilir.
105. Bayır Armudu: Bkz. Taş Armut
106. Bayır Eriği: Merkez köylerde tüm yabani erik türlerine ortak olarak bu ad verilir. Meyvesi biraz daha iri olan türlere, “Güvem” yada “Güvem Eriği” de denilir. Genellikle 100-200 cm boylanır ve beyaz çiçek açar. Meyveleri önce yeşil, sonra siyaha yakın mavi ve en sonunda siyah olur. Olgunlaşmış meyveleri çiğ olarak yenilir veya kaynatılarak reçel yapılır. Tadı oldukça ekşidir.
107. Dağ Eriği: Bkz. Bayır Eriği
108. Denden: Yazılı kaynaklarda “karagöz” olarak geçen ağaççıktır. Genellikle dağ ve tepelerin zirvelerine yakın yüksek noktalarında yetişir ve 100-200 cm boylanır. Yaprakları oval biçimde olup beyaz çiçek açar. 4-5 mm çapında küçük bir bilyeyi andıran meyvesi önce yeşil, sonra kahverengi, olgunlaştığında ise, siyah renkte olur. Bu meyveler tıpkı siyah üzüm gibi tatlı ve lezzetli olup çiğ olarak yenilir. Kırsal kesimde siyah ve güzel bir gözü anlatmakta kullanılan “denden gözlü” tabiri bu meyvenin güzelliğinden ilham alınarak söylenmiştir. Özellikle, Merkez Karalar Köyü’nün Kepez ve Düynükkaya adlı tepelerinde bol olarak yetişen denden’in meyveleri çevredeki köylüler tarafından büyük bir ilgiyle toplanır.
109. Germişek (Gerimşâ): Yazılı kaynaklarda “gilaburu” olarak geçen bitkinin kuvvetli ihtimalle Viburnum lantana L. türüdür. Bu ağaççık, bahçelerde yetişen ve Sivas’ta “gilebolu-gileboru” adı verilen türden farklıdır. En önemli farkı yabani olarak yetişmesi ve meyvelerinin değişik olmasıdır. Genellikle tepelerin kuzey yamacındaki nemli alanlarda yetişir. 150-200 cm boylanır. “Yapraklar tam, dişli kenarlı, alt yüzü tüylü. Meyveler olgunlukta siyah renkli. Sivas Bölgesinin ünlü ağızlıkları bu türün dallarından yapılmaktadır. Ağızlık yapımında kullanılan germişek ağacı Tokat ve Niksar bölgesindeki ormanlardan elde edilir.” İlbeyli Yöresinin yüksek tepelerinde bol olarak yetişen bu ağaççığın meyveleri çiğ olarak yenilir. Siyah ve yassı meyvelerinden dolayı bu ağaççığa bazı köylerde “garacıh” (karacık) adı verilmiştir.
110. Güvem: Meyveleri diğerler türlere göre biraz daha iri olan yabani eriktir. Bkz. Bayır Eriği
111. İt Alıcı: Bkz. Alıç
112. Karacık (Garacıh): Bkz. Germişek
113. Kavun Alıcı: Bkz. Alıç
114. Kel Pelit: Bkz. Pelit
115. Meşe: Bkz. Pelit
116. Pelit: İlbeyli Yöresinde yetişen tüm meşe türlerine bu ad verilir. Bu ağacın bazı türlerinin meyvesi (palamudu) sıcak kül içerisinde pişirildikten sonra yenilir.
117. Taş Armut: Yabani olarak yetişen tüm Armut türlerine genellikle bu ad verilir. Bazı köylerde bu ağaçlara “bayır armudu” da denilir. Olgunlaşmış meyveleri çiğ olarak yenilir. Olgunlaşmaya yakın toplanan meyvelerinden turşu yapılır.
118. Yemişen: Yukarda “çalılar” başlığı altında açıklanan “öküz g.tü” bitkisinin biraz daha fazla boy atan türüne bu ad verilmiştir. Portakal rengi küçük meyveleri olgunlaştığında çiğ olarak yenilir.

YAZILI KAYAKLAR:
Adil Asımgil, Şifalı Bitkiler, TİMAŞ Yayınları, İstanbul- Haziran 1999.
Ana Britannica,Genel Kültür Ansiklopedisi (Hürriyet Gazetesi’nin Okurlarına armağanı), Cilt: 18, İstanbul 1993
Emin Kuzucular, “Şarkışla’da Yabani Bitkilerden Yapılan Yiyecekler”, Sivas Folkloru, Cilt: 6, sayı: 64, 65, 66 (seri üç yazı ), Sivas 1978.
H. Hüseyin Polat, Sivas Ulaş’ta Halk Hekimliği Uygulamaları, Ürün Yayınları, Ankara- Kasım 1995.
Müjgân Üçer, “Madımak”, Sivas Folkloru, cilt: 1, sayı: 5, Sivas 1973.
Müjgân Üçer, “Sivas’ta Attar Dükânları, Şifalı Bitkiler ve Ev İlaçları”, Sivas Folkloru, yıl: 2, sayı: 18, 19, 20 (seri üç yazı), Sivas 1974.
Reyhan Acartürk, Şifalı Bitkiler Flora ve sağlığımız, Orman Genel Müdürlüğü Mensupları Yardımlaşma Vakfı, Yayın No: 1, Ankara- Mayıs 1996.
Turhan Baytop, Türkçe Bitki Adları Sözlüğü, Ankara, 1997.

KAYNAK KİŞİLER:
Aşık İsmeti (Abdülkadir Namlı), Kahyalı 1934, ilkokul mezunu, görüşme tarihi: 14.07.1997
Gözel Pürlü, Karalar 1926, okuryazar değil, görüşme tarihi: 13.08.1994
Hacı Demir, Sarıdemir 1929, okuryazar, sınıkçı, görüşme tarihi: 07.07.1996
Hakkı Pürlü, Karalar 1932, okuryazar, görüşme tarihi: 12.08.1994
Nail Polat, Tatlıcak, ilkokul mezunu, görüşme tarihi: 06.10.1998
Osman Taş, Keçili 1928, okuryazar, görüşme tarihi: 16.06.1997
Osman Yıldırım, Bedirli 1944, yüksekokul mezunu, görüşme tarihi: 21.06.1998
Ömer Şahin, Güney 1932, ilkokul mezunu, görüşme tarihi: 15.08.1998
Recep Karadağ, Durdulu 1932, ilkokul mezunu görüşme tarihi: 06.08.1996
Şirin Taştan, Güney 1935, okuryazar değil, görüşme tarihi: 10.05.1996
Vezzuha Pürlü, Karalar 1925, okuryazar değil, görüşme tarihi: 12.08.1994
Yusuf Kızıl, Karalar 1948, okuryazar, görüşme tarihi: 13.08.1994