SİVAS SANAT OKULUNUN HAŞARI ÇOCUKLARI (1939-1952)

Sivas’ın Kabakyazısı mevkiinde bir okul. Bir yanda askeri düzeye yakın disiplin, bir yanda ele avuca sığmaz öğrenciler. Zengini çok az, hepsi dar gelirli aile çocukları. Kurallarından taviz vermeyen dirayetli öğretmenler. Belediye bandosunu gölgede bırakacak kadar mükemmel bir okul bandosu. Türkiye çapında nam salmış koşucuları, futbolcuları, haltercileri ve güreşçileri. Aydınlık resimhâneler. Kimisi bor yağı, kimisi mazot, kimisi kaynak dumanı, kimisi vernik ve boya kokan atölyeler. Bu atölyelerde, Arap Sabunu, hızar talaşı ve saçtan mamul tekneleriyle dikkat çeken lavabolar. Elleri yüzleri is, pas içinde, yoğun kalabalıkta bir musluk kapabilmek için birbiriyle yarışan öğrenciler. Bakır karavanalarla dağıtılan “yarım yatılı” öğle yemeği. Usta ahçıların elinden çıkan o güzelim yemekler… Yüzde yüz erkek talebelerden oluşan, erkekçe konuşmaların rahat olduğu ferah sınıflar, uzun koridorlar, geniş bahçe, Kepenek Suyu’nu cömertçe akıtan şadırvan yavrusu çeşme ve oradan Hükümet Meydanı’na kadar uzanan parke yol. Dört mevsim bu yolun düzgün taşlarını eski ayakkabılarıyla aşındıran talebeler. İş önlüğü, üstübü, (T) cetveli ve plançete: Her ne kadar kendisini gizlemek istese de bir Sanat Okulu öğrencisini sokakta hemen ele veren, ip uçları. Her şeye rağmen kurulan büyük dostluklar, genizlere sinen ve ömür boyunca çıkmayacak olan atölye kokuları ile bu yapının bütün birimlerine gömülmüş sayısız hatıralar.

İşte bu okul, yaygın olan adıyla Sivas Sanat Okulu’dur. Bir asrı aşkın yetiştirdiği sanatkârlarla milletimizin geleceğini küçümsenmeyecek derecede etkilemiştir. Mezunları sanayiimizin gelişmesinde önemli rol oynamış ve görev aldıkları her kademede devletimize büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Halen Sivas Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi adıyla faaliyetini sürdüren bu okulumuzun tarihçesi hakkında kısaca bilgi vererek konumuza geçmek istiyoruz.

Sivas Sanat Okulu, 1902 yılında o yılların Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından “Mekteb-i Sanâyi’” yani Sanayi Mektebi adıyla şimdiki Yarıaçık Cezaevinin bulunduğu tarihi binada hizmete açılmıştır. İlk yıllarda, Marangozculuk, Demircilik ve Kunduracılık dallarında eğitim veren okul, cumhuriyetle birlikte “Sanatlar Evi” adıyla hizmetini sürdürmüş ve 1939 yılında “Bölge Sanat Okulu” olarak Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda Edirne Sanat Okulu’nun tüm araç, gereç ve tezgahlarının güvenlik nedeniyle Sivas Sanat Okuluna nakledilmesiyle okul daha da önem kazınmıştır. Demir, Tesviye ve Marangoz şubeleriyle hizmete açılan Bölge Sanat Okulunda daha sonra sırasıyla, Motorculuk (1944-1945), Elektrikçilik (1945-1946), Özel Elektrikçilik (1952-1953) ve Özel Tesviyecilik (1953-1954) bölümleri açılmıştır. Bir süre “Sivas Sanat Enstitüsü” adıyla eğitim veren okul, 1970’li yıllarda bir çok yeni bölümün ilavesiyle “Sivas Endüstri Meslek Lisesi” ve daha sonra bünyesinde Teknik Lise açılmasıyla da “Sivas Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi” adını almış ve halen bu adla eğitim ve öğretimini sürdürmektedir.

Bu kısa tarihçeden sonra, yanlış anlaşılmaması için yazımızın başlığı hakkında kısaca bilgi verelim. Samimi olarak söylemek gerekirse, bu yazımızın yerine, “Sanat Okulunun Altın Çocukları” başlığı altında başka bir yazı yazmamız da mümkündü. Bu okulun yüz yıldır yetiştirdiği öğrenciler bu iltifatı çoktan hak etmişlerdi. Ancak, biz bir disiplin defterinden yola çıkarak yazımızı kaleme aldığımızdan başlığı bu şekilde attık.

Sanat okulunun haşarı çocukları, derken konuyu bu yönüyle ele almayı istemiş değiliz. Kayıtlarda geçen kişileri kötülemek veya deşifre etmek gibi bir niyetimiz de mevcut değildir. Amacımız, kağıt fabrikasında hamur haline dönüşmeden bir belgeyi yeni kuşaklarla paylaşmak ve bir dönemi karınca kararınca aydınlatmaktır. Yazımızı kaleme alırken, metinlerde geçen kişilerin künyelerini tam olarak vermek en doğru iş olacaktı. Ancak biz bazı suçlarda kişilerin rencide olmamaları için soyadlarının baş harflerini yazmayı tercih ettik. Konuyla ilgili herkesken hoşgörü bekliyoruz. Amacımız bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir.

Yazımıza konu olan disiplin defteri 4.12.1939-22.1.1951 yılları arasında tutulmuş, eğitim öğretim tarihimiz açısından son derecede önemli bir vesika olmasının yanı sıra, belirtilen 13 yıllık zaman diliminde Sivas’ta cereyan eden sosyal olayları ve o dönemde öğrencilerin ruh halleri ile davranışlarını yansıtması açısından da mühim bir belgedir. Aslı okul arşivinde olan ve 148 sayfadan meydana gelen defter, okulun eski müdürlerini belirlemek amacıyla yaptığımız bir çalışma esnasında dikkatimizi çekmiş ve önemine binaen fotokopi yoluyla bir sureti alınmıştır. Ayrıca bazı sayfalarının tarafımızca fotoğrafları çekilmiştir.

Defterin 4.12.1939 tarihli ilk sayfasından 11.6.1940 tarihli 20. sayfasına kadar “T.C. Sivas Bölge Sanat Okulu Direktörlüğü 1923” mührü vurulmuştur. 28.12.1940 tarihli 22. sayfa ile 23.12.1943 tarihli 44. sayfa arasında kalan sayfalara mühür vurulmamıştır. 24.1.1944 tarihli 45. sayfadan defterin bittiği 22.1.1951 tarihli 146. sayfaya kadar karar yazılı olan tüm sayfalara “T.C. Sivas Erkek Sanat Enstitüsü Müdürlüğü 1923” mührü vurulmuştur. Yine, ilk karardan başlayarak onaylarda okul müdürü yerine “direktör” kelimesi kullanılırken, 27.1.1942 tarihli belgeden itibaren “direktör” kelimesinin terk edilerek yerine “müdür” kelimesinin kullanılmış olduğu dikkat çekici bir husustur. Kararlar 11.6.1940 tarihli 20. sayfaya kadar daktilo ile; 28.12.1940 tarihli 22. sayfadan 23.12.1943 tarihli 44. sayfaya kadar düzgün el yazısıyla; 24.1.1944 tarihli 45. sayfadan son sayfaya kadar ise tekrar daktilo ile yazılmıştır. Metinlerde kullanılan üslup ise, o yılların özelliklerini taşıdığından, ayrıca kayda değer güzelliktedir.

Önce sıralarında öğrenci olarak oturduğumuz, sonra öğretmen sıfatıyla dönüp uzun yıllar hizmet verdiğimiz Sivas Sanat Okulu hakkında bir yazı yazmış olmak bize büyük mutluluk vermiştir. Bunu başka yazıların da takip etmesi gerekmektedir. Onbinlerce Sivaslının hatıralarıyla dolu bu mekân hakkında eminiz ki söylenecek daha çok söz vardır. Eli kalem tutan herkesi göreve davet ederken sizleri disiplin defterinin ilginç kararlarıyla baş başa bırakıyoruz. Bir yazıya sığması mümkün olmayan olayları sizler için derledik. Kısmet olursa yazımızı devam ettireceğiz. Bakalım Sanat Okulunun yaramaz çocukları 1940’lı yıllarda neler yapmışlar?

No: 1(Sayfa 1)
4/XII/1939 tarihine rastlayan Pazartesi günü toplanan disiplin kurulu aşağıda sırasile yazılı yatılı ve gündüzlü talebeleri birer birer çağırarak soruya çekmiş ve yapılan incelemede suçları sabit olanlara derecelerine göre icabeden cezaları vermiştir.
Disiplin kurulu, verilen cezaların münasip bir şekilde talebeye tebliğini okulumuz direktörlüğünden rica eder.
………..
2- Okulumuzun nehari İh.I.C şubesi talebesinden 103 numaralı Gani U., halı atelyesinden evlerine giden kızlara laf atmak, sigara içmek, gelmediği güne ait sahte vesika getirmek suçlarından soruya çekilmiş ve yapılan incelemede suçları sabit olmuş ve kendisi de muhtelif tevillerle suçunu itiraf etmiş olduğundan ve işlediği suçlar talimatnamenin 20, 22 ve 25-inci maddelerinde yazılı suçlardan olduğundan ilk defaya mahsus olmak üzere kendisine bir (Tekdir) cezası verilmesine.

5-Parasız yatılı talebeden 22 numaralı Cevdet Taşan ile 94 numaralı Yaşar Necdet Erdem, mutâlaa esnasında gürültü ettiklerinden ve sınıf mümessilini dinlemediklerinden her ikisi disiplin kurulu huzuruna çağırılarak soruya çekilmiş ve yapılan incelemede gürültü ettikleri ve bu hal tekerrür ettiği anlaşılmış olup işledikleri suç talimatnamenin 8-inci maddesinde yazılı suçlardan olduğuna binaen her ikisine birer (Tenbih) cezası verilmesine.

6- Okulumuzun İh.I;D. şubesinden Bahaettin Yaray ile aynı sınıftan 170 numaralı Halis Tenik okul etrafındaki fidanlardan birini kırarak ateş yakarlarken fidanllık bekçisi tarafından yakalandıkları ve bu suçu kendileri de itiraf ettikleri için, disiplin kurulu huzurunda kendilerine şiddetle ihtaratta bulunulmuş ve işledikleri suç talimatnamenin 15-inci maddesinde yazılı suçlardan olduğundan her ikisinin birer (Tekdir) cezasile cezalandırılmasına. İttifakla karar verilmiştir.

7-Aşağıda numaraları yazılı talebeler Pazar günü izin zamanından evvel okuldan ayrıldıklarından disiplin kurulu huzuruna çağırılarak bu işin fenalığı ve dahili talimatnameye aykırı hareket olduğu ve bir daha tekerrür etmemesi için çok dikkatli davranmaları lüzumu anlatılmış ve bu suçu bilmiyerek yaptıkları anlaşıldığından bu seferlik yapılan nasihatla iktifa edilmesi karar altına alınmıştır.
No: 60, 61,75, 76, 78, 87, 91 ve 82 numaralı talebeler.

Disiplin kurulu başkanı Üye Üye
Yardirektör Tes.At.Öğ. Ağaçişleri At.Öğ.
Nuri Akyazı Necmi Atilla Hüseyin Tınay

No: 2 (Sayfa 2)
11/XII/1939 Pazartesi günü toplanan disiplin kurulu aşağıda sırasile yazılı yatılı ve gündüzlü talebeleri birer birer çağırarak soruya çekmiş ve yapılan incelemede suçları sabit olanlara derecesine göre aşağıda yazılı cezaları vermiştir.
Disiplin kurulu, verilen cezaların münasip bir şekilde talebeye tebliğini okul direktörlüğünden rica eder.
1. Okulumuzun nehari talebesinden 201 numaralı Ahmet Çelikbıçak hakkında Tesviye atelyesi öğretmeni Necmi Atilla tarafından verilen I/XII/1939 tarihli rapor okundu ve bu talebe disiplin kurulu huzuruna çağrılarak hadise incelendi. Ahmet Çelikbıçak esasen sigara içmediğini ve ancak o gün arkadaşı tarafından verilen sigarayı içerken yakalandığını itiraf etmiş ve bu suç talimatnamenin 22-inci maddesinde yazılı suçtan olduğundan kendisine bir (Tekdir) cezası verilmesine. Kendisine sigara veren ve içen arkadaşlarının ayrıca disiplin kuruluna alınmasına.
3. Okulumuzun parasız yatılı talebesinden olup 95 numarada kayıtlı bulunan Dursun Bozyeli okula geleli henüz üç gün olduğu halde anne ve babasını göreceği geldiğini bahane ederek kaçmak suretile memleketine gittiği anlaşılmış ve muhabere neticesinde velisi tarafından okula gönderilmiştir. 10/XII/1939 tarihinde okula gelen bu talebe disiplin kuruluna alınarak soruya çekilmiş ve kaçmasında makul bir sebep görülmediğinden ve bu suç talimatnamenin 15-inci maddesinde yazılı suçtan olduğundan bir hafta müddetle (Okuldan Uzaklaştırma) cezası verilmesine ve bu cezanın talebeyi tecrit etmek suretile tatbikine ittifakla karar verildi.

Disiplin kurulu başkanı Üye Üye
Yardirektör Tes.At.Öğ. Ağaçişleri At.Öğ.
Nuri Akyazı Necmi Atilla Hüseyin Tınay

Karar No: 3 (Sayfa 3)
Karar Ta; 13/I/1940
1. Okulumuz parasız yatılı talebesinden (1) numaralı Mehmet Konur, (22) numaralı Cevdet Taşan, (34) numaralı İbrahim Koçer ve (66) numaralı Osman Şahiner içme suyu fıçısına abdesthane ıbrığını daldırarak su aldıklarından birer ihtarla cezalandırılmasına.
3. İh.IC. şubesi talebesinden 141 numaralı Bekir Sıtkı Altuğ, 144 numaralı Recep Kızılersü, 146 numaralı Ekrem Aybar, 149 numaralı Ahmet Asım Tokuş’un sigara içerken yakalanmış olmalarından ve ceplerinde sigara paketleri çıktığından her dördünün birer tekdir cezasıyla tecziyesine.
4. Sigara içtiğini haber verdiği için aynı sınıftan 124 numaralı Mehmet Yerliyurdu dövmek suretile burnunu kanattığından 146 numaralı Ekrem Aybar’a iki tekdir cezası daha verilerek, cezasının üç gün müddetle (okuldan uzaklaştırma) cezasına çevrilmesine
124 numaralı Mehmet Yerliyurt da lisan münakaşası yaparak kavgaya sebep olduğundan bir tenbih cezası ile tecziyesine ittifakla karar verildi.

Başkan Üye Üye
Yardirektör Tes.at.öğ. Ağaçiş.at.öğ.
Nuri Akyazı Necmi Atilla Hüseyin Tınay

Kara No: 4 Sayfa 4
Karar ta. 18/I/1940
1. Okulumuz parasız yatılı talebesinden olup yegâne velileri okul idaresi olduğu ve talebenin her türlü talep ve şikâyetlerini serbestçe okul direktörlüğüne anlatmaları icap ettiği halde bütün müracaat edilecek makamları tecavüz ederek vekâletleri rahatsız etmeye cesaret ettiklerinden (83) numaralı Mehmet Kalem, (17) numaralı Ahmet Yönbül, (31) numaralı Ahmet Evcimen’in birer tekdir cezasile tecziyesine.
2. Yine İh.I.B şubesi talebesinden 53 numaralı Ahmet Alemdar, okul idaresine veli göstermediği ve idareden izin almadığı halde 9/1/1940 tarihinde okulca tanınmayan ve kim olduğu belli olmıyan bir şahsın evinde kalmak suretile geceyi okul haricinde geçirdiğinden kendisine şimdilik bir tekdir cezası verilmesine ittifakla karar verildi.
Başkan Üye Üye
Direktör Yardirektör Tes.at.öğ.
Rıfat Yelmen Nuri Akyazı Necmi Atilla

Kara No: 6 (Sayfa 6) Karar ta. 7/11/1940
1. Okulumuzun parasız yatılı talebesinden İh.I.A. şubesinde (1) numara ile kayıtlı bulunan Mehmet Konur, okuldaki münasebetsiz ve serkeşane hareketlerini idareye haber verdiğinden mugber olarak aynı sınıftan 39 numaralı Orhan Ilgaz’ı sinemadan çıkarken kalabalık halk arasında galiz küfürlerle sövdüğünden ve bu hareketi dinlenen şahitlerle de sabit olduğundan bir (tekdir ) cezası verilmesine,
Bu vak’ayı tahkik eden öğretmen Necmi Atilla’ya karşı ve ayrıca disiplin kurulu huzurunda serkeşane tavır takınarak küstahça ifadelerde bulunduğundan dolayı iki (tekdir) cezası daha verilerek cezasının üç gün müddetle (okuldan uzaklaştırma) cezasına tahfiline ittifakla karar verildi.
4. Okulumuzun parasız yatılı talebesinden 5 numaralı Selahattin Tarhan, sinema önünde bir numaralı Mehmet Konur’la 39 numaralı Orhan Ilgaz’ın aralarına girerek münasebetsiz hareketlerin önüne geçmesi icap ederken her ikisini kızıştırmağa ve kavga ettirmeye çalıştığı sabit olduğundan bu talebeye şiddetle (İhtarat) ta bulunulmasına ittifakla karar verildi.

Başkan Üye Üye
Yardirektör Tes.at.öğ. Ağaçiş. At.öğ.

Karar No: 6 (Sayfa 24)
Karar Tarihi : 6.VI-1941

Talebenin
Numarası Adı Soyadı Verilen Ceza İşlediği Suç
386 Yüksel Ç. 1 Hafta Okuldan uzaklaştırma Okul dışında kavga ettiği İçin
418 Mustafa Abbas U. “ “ “ “ “ “
348 Kemal Z. “ “ “ “ “ “
426 İbrahim Ö. 1. Tektir Okuldan kaçtığı için
294 İhsan Özken 1. Tektir Kavgaya arkadaşlarını teşvik ettiği
Direktörlükçe kurulumuza havale edilen Nöbetçi öğretmeni Sadi Sanal’ın 6-VI.1941 tarihli Raporu Okundu:
Hadisenin Hulasası:
1. T.2 den 386 Yüksel Ç. Sularbaşı Mahallesinde Feride isminde bir kızla anlaşarak mektuplaşıyorlar. Mahallerindeki bir kızla herhangi bir delikanlının münasebet peyda ederek mektuplaşması mahalle delikanlılarının kıskançlık duygularını çekiyor.
2. Yine aynı mahalleden Yüksel Ç., T. 2 den Abbas U., T.1 den Kemal Z., Mandolin ve Ağız Mızıkaları ile kızın kapısı önünden serenat yaprak geçtikleri ve bu hareketleri mahlelinin kinini artırdığı
3. Mustafa Abbas U., o mahleye bakan değirmenin üstünde her akşam mandolin çalarak yerli müteassıp halkı sinirlendirdiği
4. Mahleli çocukların Yüksel Ç., Kemal Z. ve Mustafa Abbas U.’ya mahallelerinden geçmemelerini sert bir şekilde, ihtar etmeleri üzerine başlayan münakaşa nihayet büyük bir kavga için başlangıç teşkil ediyor. 5.VI.1941 akşamı mahalle delikanlıları toplanarak talebelerimizle kavgaya hazırlanıyorlar. Talebeler mektebin dip bağçesinde toplanmış, mahalleli ise mahallelerinin köşesinde, karşılıklı sert, kinli bakışlar ve homurtulu konuşmalar bir başlangıç bekliyor. Bu esnada T.2 den 426 İbrahim Özakın geliyor. Arkadaşlarına, ayıptır sakın kavga etmeyiniz. Ben şimdi gider meseleyi hallederim diyerek mahallelinin yanlarına gidiyor. Gerginliğe bir son vermek isteyen İbrahim’i aralarında bulan mahleli derhal üstüne çullanarak dövüyorlar ve kavga böylece başlıyor. İbrahim kaçarken düşüyor ayağı bağçenin teline takılarak yaralanıyor. Bunun üzerine mahleli ile talebe arasında taş düellosu başlıyor. Mahleli daha kalabalık olduğu için ve kavganın büyüyeceğini anlayan talebeler geri çekilerek mektebe geliyorlar. Yatak hane zili çalmış olduğu için bir kısım talebe yatmış bulunuyor. Teknik İhzari den 294 İhsan Özkan yıkanmaya giderken geri dönüyor. Arkadaşlarını mahallelinin taşlıyarak kovaladığını ve rastgele tuttukları her talebeyi dövdüklerini arkadaşlarına heyecanla haber veriyor. Hemen bağçeye inen talebelerle halk arasında müthiş bir taş kavgası başlamış. Mahallelilerle beraber gürültü peşinden mahallenin bütün küçük çocukları ve onların peşinden anne ve babaları geliyor. Böylece halkın teşkil ettiği kesif bir kalabalık talebelerin attığı her taştaki isabeti fazlalaştırarak bir iki kişinin yaralanmasına sebep oluyor . Mektebin bağçesine giren halkın attığı taşlarla mektebin camları ve çerçeveleri kırılıyor. Nihayet işe vaziyet iden nöbetçi öğretmeni talebeleri derhal içeri alarak halkı zorla dağıtmağa muvaffak oluyor.

Tahkikat :
Vakanın iç yüzünü anlamak için bir çok talebe dinlenmiş. Yüksel Ç., Kemal Z., Mustafa Abbas U.’nun tahriri ifadeleri alınmıştır. Nöbetçi öğretmeninin izahati dinlenmiştir.

Netice ve Karar :
Mektebin ve talebeliğin yüksek şerefi bilhassa yeni açılan okulumuzun muhtelif vesilelerle muhitte temin ettiği senpati için acı bir darbe olan bu çirkin kavgaya – Halkın Taassubu ve mahalle delikanlılarının haleti ruhiyesi bir tarafa Yüksel Ç., Kemal Z., Mustafa Abbas U.’nun sebep olduğu tespit edilmiştir.
Mustafa Abbas U., Kemal Z. Ve Yüksel Ç. kavgaya sebep oldukları için okuldan 1’er hafta uzaklaştırma cezası Disiplin Kurulu Talimatnamesinin 2. maddesinin 20-ci Fıkrasına istinaden verilmesine ve Abbas U.’nun evcilik hakkının geri alınmasına,
İbrahim Özakın’ın ise münakaşa halindeki gerginliğin fiili bir kavga haline gelmesine sebep olması, yaralandığı halde okul hemşiresine haber vermeden kendini tedaviye kalkışması, mektepte iken kendini karakola davet eden bekçi ile gitmesi ve vaziyetten nöbetçi öğretmenini haberdar etmemesi suçundan ve Disiplin Kurulu Talimatnamesinin 2-ci Maddesinin 9-cu Fıkrasına ve 3-cü Maddenin Hükümlerine istinaden 1. Tektir verilmesine
İhsan Özken kavgayı gördüğü zaman nöbetçi öğretmenine değil de arkadaşlarına haber vererek neticenin daha vahim olmasına sebebiyet verdiği için Disiplin Kurulu Talimatnamesinin 2- ci maddesinin 33- cü Fıkrasına İstinaden ve 4-cü Maddenin Hükümleri etrafında Muhaffıf sebepler bulunduğu için bir Tektir Cezası ile tecziye edilmelerine ittifaken karar verdik.

Başkan Üye Üye
Muavin K. Özsoy Öğ. S. Ülgüray Öğ. S. Erten

Muvafıktır
Velilerine tebliği
7 – VI – 1941

845, 846, 847, 849, 850 / 21 Sayı ve 23 – VI – 1941 Tarihli yazılar ile velilerine tebliğ edildi.

Ka.
10- VI- 41

SİVAS’TA DESTAN SÖYLEME GELENEĞİ VE HAMZAZÂDE EBUBEKİR’İN İKİ DESTANI

Kadir Pürlü

Sivas kültürde öncü şehirdir. Hikmette, sanatta, halayda, türküde ve zarâfette daima önde koşarak bu özelliğini tarihin bütün dilimlerinde korumayı başarmıştır. Kültürün hangi konusunu ele alırsanız alın, Sivas’ın o konuda büyük bir birikime sahip olduğunu ve o alana önemli zenginlikler kattığını görürsünüz. Bu yüzden Sivas kültürü için, Anadolu Türk kültürünün kilit taşıdır, demek daha doğru olur.

Yazımıza konu olan Destan Söyleme, bir zamanlar Sivas’ta yaşayan ve toplumu derinden etkilemeyi başaran önemli bir gelenekti. Trenlerde, otobüs garajında, istasyonda, cami önlerinde ve pazar yerlerinde yanık sesli destancıların çığlıkları yükselirdi:

– “65 Kişinin Öldüğü Ulukışla Tren Kazası Destanı !”.
– “Malatya’nın Palavar Köyünden ……………….
– “Gazibey Köyünden Çoban Osman’ın Destanı !”.
– “32 Kişinin Öldüğü Ulaş Tren Kazası Destanı !”.
– “Karalar Köyünden Çolak Sefer’in Destanı !”.
– “Kore Destanı !”.
– “Bornova’ya giden askerler, destanınız çıhdı gardaşlarım !”.
– “Menderes’in Uçak Kazası Destanı !”.
– “İki evli destanı !”.
– “Zamâne Destanı !”.
– “Zelzele Seylâb Destanı !”.
– “Kader Destanı !”.
Destancılar, yanık ve güzel seslerinin yanı sıra makam bilen kişilerdi. Her destancının kendisine has makamları olurdu. Nadir olarak, bazı destancıların destanlarını sesi ondan daha güzel olan başka biri okurdu.

Kahraman Asâkir-i Şâhâne Medhiye Destânı

1. Başladık medhiye bismillah ile
Her iş âsan olur Hakk’ın ismiyle
Devlet hıdmetinde sadakat eyle
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

2. Sultan Hamid sen tahtında daim ol
Şefkat merhametin pek ziyâde bol
Asker polis gece gündüz gezer kol
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

3. Zecrî efradları hep afv olunsun
Hürriyet adalet şimdik bilinsün
Emr ider mâh bî mâh maaş virilsün
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

4. Talim talimata iderler dikkat
Rabb’im vücutların iylesün sıhhat
Her olur olmaza itmezler minnet
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

5. Kur’a duhulünde geldi ilinden
Ne çektiler zâlimlerin elinden
Çoğu formasını söktü kolundan
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

6. Kimisi diyâr-ı gurbet illerde
Kimi cebellerde kimi çöllerde
Kimi tezkereci kimi yollarda
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

7. Emr-i fermân olur bu yolda şedîd
Elbise ve eşyâ virülsün cedîd
Eğerçi muvazzaf eğerçi redif
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

8. Pervâne top ile iderler talim
Kimisi acemi kimi muallim
Allah her kederden iylesün sâlim
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

9. Çalarlar boruyı nevbete gelir
Yek silah endâz hep hâzır olur
Zâbitler gelende selâma durur
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

10. Mektub gelür deyu gözliyor efrâd
Bağzılar yeni evli bağzısı namzed
Rabb’im cümlesine eylesün imdâd
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

11. (Yırtılmış olduğundan okunamadı)

12. Bir taraftan tâbiyeyi beklerler
Ellerinde mavizâr tüfenkler
Pervâne top ile ideriz cenkler
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

13. (Yırtılmış olduğundan okunamadı)

14. İtfaye alayı yangına gelür
Ellerinde kanca ateşe yürür
Tulunbacı aman su deyüb durur
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

15. Nakledeyim topcıların ahvalin
Din yolunda kurban olan canların
Her biri koç yiğit dengi bunların
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

16. Her Cum’ada selâmlığa varırlar
Paşalar askerler hat hat dururlar
Sultân Hamîd Hânı … görürler
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

17. Çalarlar musiki derler çok yaşa
Nüfusun geçiyor dağ ile taşa
Yek nazar eylersin cümle yoldaşa
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

18. Cümle zabitimiz ehli hünerdâr
Düşman karşusunda çeker Zülfikâr
Bunların her biri Haydar-ı Kerrâr
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

19. Devlet millet asker cümle çok yaşa
Dümge kalesin aldı Ethem Paşa
Yedi düvel ile çıkar savaşa
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

20. Çok zırhlı gemimiz gayet muntazim
Mesudiye ulu gayetde azîm
Toplar çar köşede hep düzüm düzüm
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

21. Harbiye nezaretinde çok istikamet
Cümle millet dua ile ider yâd
Matlubuna olsun nail murâd
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

22. Manevra talimi ihdas olundu
Müstaidler ……………..bilendi
(yırtılmış olduğundan okunamadı)
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

23. Damad Halid Paşa er oğlu erdir
Say ü gayretiyle yek dümenderdir
Askere muhib sadıkan yârdir
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

24. Şakir Paşa der ki evlatlar gelin
Yeni usul talim sizler öğrenin
Her biriniz nişan mudili alın
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

25. Yekün ordumuzun gayreti çokdur
Yedi düvellerde pâyânı yokdur
Ne kadar methetsem o kadar hakdır
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

26. Sultan Hamid Hânın pek nazlıları
Cümle zâbit asker borızanları
Devletin milletin muhafızları
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker

27. Naçarı halini eyleme ayân
Rabbül âlemiyne olmaz mı beyân
Hürriyet sadasın işidüb duyan
Şâd-ı hurrem olsun kahraman asker
(1324 Sâhibi ve nâşiri nefsi Sivas Hamzazâde Ebubekr el fakir ül hakîr).

Meclis-i Mebu’san-ı Hakikat Methiye Tarih Destânı

1. Evvel şükr idelim gani ileyhe
Nusret virdi Sultan Hamîd penâhe
Salât ile selâm et ruh-i pâke
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

2. Ya edîb-i adâlet Sultan Hamîd Hân
Mevlâ’m dâim itsün tahtında her ân
Yek vücûd can fedâ eyledük kurbân
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

3. Sadârete geçdi ol Saîd Paşa
Devlet hainleri düşdi teşvîşe
Kimsenin idrâki yetmez bu işe
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

4. İnâyet-i Hakk’ile eylesem beyân
Pazar günü oldu bu işe kıyam
Saltana-ı âli-i Osman’a şâyân
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

5. Hürriyeti bize eyledi ihsân
Yeni âbâd oldu gardaşlar vatan
Avrupa’ya indi şöhret ile şân
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

6. Böyle gün görmedi ebâ ü ecdâd
Sanki mahşer yeri olundı küşâd
Ellerinde vardır bir ulu berât
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

7. Bâb-ı âli sarayına geldiler
El bağlayub orda divân kurdular
Birbirine ahd-i misâk verdiler
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

8. El kaldurub orda durduk duayâ
Çok yaşâ nidâsı çıkdı semâya
Ol zaman bu esrâr gitdi ifşâya
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

9. Çektiler sancağı dediler Allah
Okunur fermânı olun sır agâh
Hükm-i şeriat icrâ olacak
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

10. Anda vîrân gönül oldular dilşâd
Cümlemiz baş eğüb etdik inkıyâd
Ulül emrine biz etdik itâat
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

11. Cümle Yıldız Sarayı’na vardılar
Alay tabur musıkayı urdılar
Sultân Hamîd Hânı köşkde gördiler
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

12. Evladlarım dedi pek memnun oldı
Ağladık dîdeler kan ile doldı
İns ü cin melek buna hep şâhid oldı
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

13. Kanun-ı esâsi çıkdı meydane
Hep yemin eyledi asker-i şâhâne
Can fedâ eyleriz âl-i Osmân’e
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

14. Asrımızda böyle bir terakkiyât
Haklıyı haksızı etdi tahkîkat
Çoğunu müsnedden eylediler tard
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

15. Şimdi cümle millet baktılar pür şâd
Aman padişahım senden bir imdâd
Nice menfî mahbûs eyledin âzâd
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

16. Sanarsın bunlardır sâhib ül huruc
Urdular mihenge zerler çıkdı tûc
Rüşvet ubûdiyyet eyledi urûc
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

17. Üçüncü orduda vardır çok gayret
Sıdk-ı sadakatle aldılar şöhret
Hep çavuş onbaşı kalmadı efrâd
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

18. Gelsin Enver ile Niyazi Beyleri isten
Bunlar imtinâ etmez düşmandan dostdan
Her biri bunların bir Zâloğlu Rüstem
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

19. Yedi düvellerde var idi nâmın
Harbiye Nâzırı Receb Paşa’nın
Vefâtında kan ağladı ihvânın
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

20. Medhinden acizim ey Reşid Paşa
Ahalimiz memnun sen binler yaşa
Şimdi lûtf-ı kerem vatan karındaşa
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

21. Dünyânın zevkine aldanmaz fâni
Neylerler saltanat şöhreti şânı
Doğru gidüb unutmazlar vatanı
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

22. Şeriatı mucib etdik itikat
Yaşan cümle millet budur hürriyet
Gelsün paşalarım hem Deli Fuad
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

23. Ziyâ bahş olundı işitdi cihân
Devlet hainleri oldular nihân
Kurtulmaz destinden uçsa da şahan
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

24. Böyle devreyledi devrânı felek
Çile doldu kabul olmaz mı dilek
Hep pesend eyledi İngiliz Frenk
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

25. Sanki zuhur eyledi Mehdi el Resûl
Şer’i şerife tabik koydular usûl
Rabb’im cînânına eylesün vusûl
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

26. Gönlüm sılada kendim gurbetde
Kadir Mevlâ’m koyma bizi zulmetde
Tam tarih bin üçyüz yiğirmi dörtde
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu

27. Arz edemem halim men azîm şâha
Takat getüremem söylense daha
Mahlasım nâçâr kendimi imha
İttihâd-ı meclis-i mebu’sandır bu
(Sâhibi ve nâşiri nefsi Sivas Hamzazâde Ebubekr el fakir ül hakîr).

SAATÇİ HÜSNÜ EMMİ

Yayınlandığı Yer: Hayat Ağacı Dergisi, Sayı: 1 (Kış 2005), s. 62-68
Hâtıralarımdaki SAATÇİ HÜSNÜ EMMİ
Kadir PÜRLÜ

Saatçi Hüsnü Emmi Kimdir ?
Esas kimliği Hasan Hüsnü Aykol’dur. Sivas’ta “Saatçi Hüsnü Emmi” namıyla anılır. Kendi ifadesine göre, 29 Kânunusani 1315 (29 Ocak 1899) Cumartesi günü Sivas’ta doğmuştur. Nüfus cüzdanındaki doğum tarihi ise 1318 (1902) şeklindedir. Babası Sivas’ta Kebapçızâdeler-Kebapçılar adıyla anılan sülâleden İbrahim Etem efendi, annesi, ……sülalesinden Sıdıka hanımdır. Çocukluğu Sivas’ta geçmiştir. Sivas Askeri Rüşdiyesi’nin son sınıfına kadar okuduğu bilinmektedir. Ancak bu okulu bitirip bitirmediği net olarak tespit edilememiştir. Askerliğini 25 Kânunuevvel 1338 (25 Aralık 1922) – 1 Mart 1340 (1924) tarihleri arasında 8. Kolordu karargâhında yazıcı ve çavuş olarak yapmıştır. Mavuşoğlu sülâlesinden Medine hanımla evlenmiş ve bu evlilikten dört çocukları olmuştur. Çocukları sırasıyla: Sâkine, Âdile, Hilmi ve Mevlûde’dir. Kalan bütün ömrünü Sivas’ta saatçilikle geçiren Hüsnü emmi, 25 Ocak 1984 tarihinde vefat etmiş ve Yukarı Tekke Mezarlığına gömülmüştür. Osmanlı Kültürünü çok iyi bilmesi-yaşaması, mûsikîşinaslığı, bir çoğu radyo sanatçısı olmuş öğrencileri, Kuran-ı Kerimi tecvid kaidelerine göre güzel okuması, Arapça, Farsça, Fransızca ve Ermenice, konularında bilgili olması, genel kültürü, sağlam karakteri, kendine has konuşmaları ve davranışlarıyla dikkat çeken Hüsnü emmi, Sivas’ın unutulmaz simalarından biri olarak gönüllere taht kurmuştur.

Bunun Yolu Bizden Ayrılmış.
Saatçi Hüsnü Emmi’yle 1974 yılında tanıştık. O yıllarda kara düzen biraz saz çalar türkü de söylerdik. Meydan Camii’nde müezzinlik yapan Adem bey bizi dinleme zahmetine katılanlardandı. Bir ikindi vakti elimizden tutarak “Gel seni Saatçi Hüsnü’ye götürüyüm; müzikte üstattır; belki sana ders verir.” dedi. Ortaokulda mandolin kursu almış hatta okul korosuyla bir kaç kez bazı müsamerelere katılmıştık. Nota bilgimizi artırmamız için bu bir fırsattı. Adem beyin teklifini hemen kabul ettik ve “Olur gidelim” dedik. Meydan Camii’nin önünden sola dönerek eski Yemeniciler Çarşısı’na yöneldik.
Kısa mesafede Adem bey bize Hüsnü emminin nasıl bir bilgili insan olduğunu, nasıl tambur çaldığını, nasıl güzel Osmanlıca yazdığını büyük bir övgüyle anlattı. “Sakın ha ! O bir şey sormadan konuşma ! Sana bir şey söylerse itiraz etme !” diyerek ikazda bulunmayı da ihmal etmedi. Güneşli bir güz günüydü. Hüsnü emminin dükkânına yaklaştığımızda kalbimizin küt küt vurduğunu hissediyordum.
Hüsnü emmi bizi iyi karşıladı. Anlaşılan Adem beyle belli bir muhabbetleri vardı. Onların kısa sohbetlerinde heyecanımız dindi. Dükkan bizim için eski saatlerle dolu sıradan bir saatçi dükkanıydı. Ancak, Hüsnü emminin çok farklı bir insan olduğu konuşmalarından ve ciddi bakışlarından anlaşılıyordu. Nihayet Adem bey konuya girdi:
– Üstadım ! Bu genç sizden saz kursu almak istiyor. Biraz saz çalıyor ama himmetinize ihtiyacı var.
Hüsnü emmi yana dönerek hemen yanı başında duran bir sazı duvardan indirip bana uzattı. Bakışları yumuşamıştı, tebessüm ederek:
– Haydi bildiğin bir makamı çal da dinleyelim, dedi.
Biz heyecan içinde sazı elimize aldık. Ancak iş çok farklıydı. Böyle bir sazı ilk defa görüyorduk. Uzun sapı üzerinde bir sürü perde olan bu saz bizim çaldığımız bağlamaya hiç benzemiyordu. Sonradan “Tambur” olduğunu öğreneceğimiz bu sazın üzerinde tahminen bir perdeye dokunarak ve bağlama usulü mızrap vurarak “Sivas Ellerinde Sazım Çalınır” türküsünü çalmaya başladık. Hüsnü emmi gülerek:
– Dur ! Dur ! Dur ! dedi. Biz hemen çalmayı kestik. Hüsnü emmi Adem beye:
– Efendi bunun yolu bizden ayrılmış. Kendisine başka bir yol seçmiş. Ona vereceğimiz bir şey yok. Bağlama çalacaksa bilen birinin yanına gidip öğrensin, dedi.
Sonucu bizim iyi olmasa da böylece Hüsnü emmiyle tanışmış olduk.

Kalem böyle tutulur
Aradan yıllar geçti. 1981 yılında öğretmen olarak Sivas’a geldiğimizde içimizde müthiş bir Osmanlıca öğrenme arzusu vardı. Eşe dosta soruyor, nereden öğrenebileceğimi araştırıyorduk. Bazıları Saatçi Hüsnü emmi’ye gitmemizi tavsiye ettiler. İlk görüşmemizden dolayı gözümüz korkmuştu ama bir kez daha şansımızı denemek istedik.
Okulların yaz tatiline girdiği 1982 yılı Temmuz ayında Hüsnü emmiyi ikinci kez ziyaret ettik. Hüsnü emmi Yemeniciler Çarşısındaki dükkânından ayrılmış, Bahtiyar Bostan Mahallesindeki evininin bahçesine yaptırdığı küçük bir dükkana taşınmıştı. Şansa bakın ki Hüsnü emminin evi ile kayınpederimizin evi karşı karşıyaydı. Hem yakın bir komşunun damadı, hem de mahallenin manevi damadı durumunda oluşumuz bu tanışmamızın daha sıcak geçmesine sebep oldu.
Hüsnü emminin dükkânı yine ilk gördüğümüz dükkana benziyordu. Girişin sol karşı köşesinde ve cam önünde eski bir saatçi tezgahı, tezgahın sağında minik bir örs, sol tarafta küçük bir mengene ve yanında güzel görünümlü zarif bir saatçi tornası, arkada parça kutusu olarak kullanılan yüzlerce “Bahar”, “Gelincik”, “Yenice” Sigarası kutuları, duvarlarda sıra sıra eski saatler, küçük bir raf üzerinde üst üste yığılı Osmanlıca kitaplar, tozlanmış notalar, bir eski ud, duvara asılı iki tambur, ortada küçük ve yuvarlak bir saç soba, birkaç ahşap sandalye …
Kendisine ilk karşılaşmamızı hatırlattık. Güldü. Yaşı oldukça ilerlemişti. Bu haliyle, bizim gözümüzde büyük fırtınalar sonunda sakinleşmiş bir denizi andırıyordu. Bir yandan elindeki saati tamir etmeye çalışırken bir yandan da dikkatle bizi dinlediği belliydi. Artık musiki değil, Osmanlıca öğrenmek istediğimizi açık bir dille anlattık. Hüsnü emmi tatlı bir gülümsemenin peşinden:
– Tamam, küçük bir defter alda başlayalım, dedi.
Sonunda hayallerimizi süsleyen kursun sözünü almıştık. O gün büyük bir mutluluk içerisinde Hüsnü emminin dükkanından ayrıldık.
Ertesi gün, roman ebadında kırmızı yüzlü ince bir defter alarak üstadın dükkânına gittik. Üstâd bütün haşmetiyle ve işini ciddi yapan insanlara mahsus tavrıyla tezgahının ardında oturuyordu. Aldığımız defteri uzattık. Sayfalarını inceleyip kağıt kalınlığını parmaklarıyla kontrol ettikten sonra:
– Tamam bu işimize yarar, otur hoca, dedi.
Üstad önce cebinden “shaffers” marka bir dolmakalem çıkardı. Sonra yanı başındaki raftan bir mürekkep şişesi alarak, dolmakalemi birkaç kez mürekkep çekip boşaltmak suretiyle doldurdu. Daha sonra, aldığımız defteri sol eline iyice yerleştirerek göbek hizasının üstünde tuttu ve bir şeyler yazmaya başladı. İlk dikkatimizi çeken olay üstadın yazma tarzıydı. Defteri bizim gibi bir zemin üzerine koyarak yazmıyor; ellerinde çok kıymetli bir sanat eserini şekillendiren sanatkârlara has bir tavırla şefkat ve itina ile işine devam ediyordu. Bu bir soylu duruştu. Yazıyı yazdıktan sonra defteri bize uzatarak:
– Hoca bu harfleri taklit ederek alt satıra aynen yazacaksın ! Sayfayı bu tarzda bitecek ! Satır atlama yok ha ! dedi.
Üstadın yazdıklarına baktık. İlk sayfanın ilk satırına “Elif”ten başlayarak “Dad”a kadar eski harfleri sırasıyla yazmıştı. İlk ödevimizi üstadın yanında yazmanın faydalı olacağına inanarak sandalyeye oturduk ve kendi dolmakalemimizle ödevimizi yazmaya başladık. Birkaç harf yazmıştık ki birden üstadın sert ikazıyla irkildik:
– Hoca ne yapıyorsun ! Öyle kalem tutulur mu ?
Yazmayı bırakarak üstada döndük. Yüz ifadeleri daha da ciddileşmişti.
– Getir şu kalemi de nasıl tutulduğunu gösterek ! dedi.
Kalemi elimizden aldı, ucunu inceleyip beğenmediğini ayrıca ifade ettikten sonra:
– Hoca bak ! Kalemi sigara sarar gibi tutacaksın ! Yazı yazarken de başparmağınla öne doğru çevireceksin ! dedi.
Kalemi başparmakları ile işaretparmakları arasına alıp aynen anlattığı şekilde tutarak öne doğru birkaç kez çevirdi. Sonra aynı işi tek eliyle tekrarladı. Daha sonra tezgahın kenarına düzgünce konulmuş küçük kağıtlardan bir tanesini alarak üzerine bir şeyler yazmaya başladı ve:
– İyi bak hoca ! Kalem böyle tutulur ! dedi.
Kalem tutmaktan başlayarak böylece ilk dersimizi almış olduk.

Yoksa karnın mı aç ?
O bir satır yazıyor, biz onun yazısını örnek alarak alttaki satırları dolduruyor bu surette sayfayı tamamlıyorduk. İlk günler çok çetin geçti. Hemen hemen her gün üstadın dükkanına uğruyorduk. O hiçbir şekilde yazdığımızı beğenmiyor, “Elif’in uçları ince olmamış”, “Nun’un çanağını yapamıyorsun”, “Mim’in gözü kapalı olacak”, “Cim’in kuyruğunu yanlış çekiyorsun”, gibi ikazlarla sık sık aynı ödevleri tekrar ettiriyordu. Ancak bu ikazları yaparken harflerin doğru yazılışlarını yazarak göstermeyi de ihmal etmiyordu. Bu şekilde bir süre yazmaya devam ettik.
Daha sonra üstad, ödevlerimizi bir sayfaya iki ayrı konu yazmak suretiyle yeniledi. Sayfanın ilk satırına ve orta satırına ödevimizi yazıyor biz alt satırları dolduruyorduk. Böylece tüm sayfaya aynı ödevi yapmanın sıkıcılığından kurtulmuş olduk. Harfleri bitirdikten sonra, “Yavrumun Elifbası” isimli 1927 baskı Osmanlıca bir alfabeyi yazmaya başladık. Bu kitabı yarıladığımızda, artık bu işi iyi kavradığımıza dair bizde bir kanaat uyanmaya başlamıştı. Bir gün bütün dikkatimizi sarf ederek ödevimizi kendimize göre mükemmel bir şekilde yazıp üstada götürdük. Artık üstadın bizi takdir etmesini bekliyorduk. Yazımızı göstererek:
– Üstad nasıl oluyor ? İlerleme var her halde ? diye sorduk.
Üstad ciddileşti ve yazımızı dikkatle incelemeye başladı. Kısa bir süre sonra gülümseyerek:
– Hoca yoksa karnın mı aç ? “Cim”lerin noktalarını yemişsin, dedi.
Biraz dikkatli bakınca, “Cim”, “Fe”, gibi bir çok harfin noktalarını yazmayı unutmuş olduğumuzu hayretle gördük ve daha çok gayret göstermemiz gerektiğini üzülerek anladık.

Hoca Rayiç! Rayiç !
Bir akşam elimize geçen Osmanlıca bir senedi okumaya çalışıyorduk. Bir kelimeye gelip takıldık. Bu kelimeyi bir türlü okuyamıyorduk. Lügate baktık bulamadık, farklı yorumlar yaptık çıkaramadık. Kısaca bu kelimeyi ne yaptıksa aşamadık. Kafayı buraya taktığımız için senedin diğer kısımlarını da okumak istemiyorduk. Epey bir süre uykumuz kaçtı ve hatta rüyamızda bile bir iki hamle yapmamıza rağmen bu kelimeyi okuyamadık. Ertesi gün erkenden kalkarak üstadın dükkanının yolunu tuttuk. Kafamızdaki bu meselenin halli gerekiyordu. Okuldaki mesaimizin başlamasına yarım saat kalmıştı. “İnşallah üstad dükkanı açmıştır.” diye söyleniyorduk. Taşıdığı eski esnaf ahlâkı gereği üstad dükkânını çoktan açmış ve sobayı yakmakla meşguldü. Bizi bu erken saatte karşısında görünce kaygılandı ve:
– Hayrola hoca bir şey mi oldu ?
– Yok üstadım bir kelimeye kafam takıldı da.
Cebimden senedi çıkararak üstada okuyamadığım kelimeyi gösterdim. Üstat sesini yükselterek ve birazda okuyamadığımıza sitem ederek:
– Hoca “rayiç !” “rayiç !” dedi.
Böylece üstadın sitemine maruz kalsak da “rayiç” kelimesinin okunuşunu öğrenmiş olduk.
Kâğıda büyük saygı duyardı.
Kese kağıtlarını, eline geçen defter parçalarını, gazetelerin yazısız alanlarını keser, kendisine küçük defterler yapardı. Bu defterlere hesaplarını, önemli notlarını, ara ara eski şairlerin güzel mısra ve beyitlerini yazardı. Yeri ve zamanı geldikçe kağıt bulamadıkları günleri büyük bir üzüntüyle anlatır; yeni nesillerin kağıdı hor kullanmalarına büyük tepki gösterirdi. Gerek aldığı terbiye, gerek yaşadığı yokluk yılları; sebebi ne olursa olsun o, kağıda büyük bir saygı duyardı.

Bir külah şekeri olan zengindi
Cihan Harbini ve Seferberliği görmüş olan üstat savaşların getirdiği bir çok kıtlık ve acıları da yaşamıştı. Bir gün bakkaldan gelen küp şekeri kavanoza korken duygulandı ve şunları söyledi:
– Şeker Rusya’dan gelirdi. Fakirin fukaranın eline nasıl geçecek. Br külah şekeri olan ev zengindi. Yumruk büyüklüğünde bir külah. Şekeri muşambaya sarar, muşambayı da temiz bir bezin içine kor çekiçle vurarak bir parça kırardık. Bu sefer kırılan parça aynı şekilde muşambaya sarılarak küçük parçalara ayrılırdı. Mercimek büyüklüğündeki şeker parçaları kutuya konur. Muşambanın üzerinde kalan tozlara parmak batırılarak çay içilir. Hatta muşambadan beze şeker tozu geçmişse bu sefer de beze parmak batırılarak çay içilir. Şeker nerde hoca ? Para nerde ? Ekmek Nerde ? Şimdi her şey bol. İnsanlara o günleri anlatmak çok zor !
Bazı kişiler için “Ayının Ayakta Gezeni” tabirini kullanırdı Bir gün üstadın dükkanında oturuyorduk. İçeriye tanıdığımız camii hocalarından biri girdi. Yanında kendi yaşlarında bir arkadaşı vardı. Heyecanla:
– “Üstadım bu arkadaş hattat, sizinle tanıştırmaya getirdim” dedi. Hüsnü amca hemen toparlandı ve gelen kişiye yer gösterdi. Daha sonra hatırladığımız kadarıyla aralarında şu konuşma geçti:
– “Hoş geldin efendi, nerelisin ?”
– “Tokatlı.”
– “Kimden meşk aldın ? Ustan kim ? ”
– “Kimseden bir şey öğrenmedim, kendi kendimi yetiştirdim.”
– “Peki, bir satır yaz da ziyaret edek”.
Üstat tezgahın yanında üst üste duran kağıtlardan birisini alarak konuştuğu kişiye uzattı. O kişi verilen kağıda bir şeyler yazdıktan sonra kağıdı üstada verdi. Üstat yazıya şöyle gözlüğünün üzerinden bir kez bakıp kağıdı rast gele tezgahın üzerine attı. Hiçbir şey söylemedi. Hatta hiçbir yorum da yapmadı. Ancak keyfinin kaçtığı hissediliyordu.
Biraz sonra onlar kalkıp gittiler. Üstat hışımla dizlerini örten örtüyü topladı. Burnundan soluduğu hissediliyordu. Unutamayacağımız bir yüz ifadesi ile bize dönerek:
– “Tövbe tövbe ! Hattatmış ! Hattatlık ne demek sen biliyon mu ? Yahu hoca, adam daha kalem tutmayı bilmiyor ! Odun gibi kalem tutuyor ! Hele şu yazdığı yazıya bak ! Hattatmış ! Ayının ayakta gezeni !” dedi.
Daha sonraki aylarda üstadın bu “ayının ayakta gezeni” benzetmesini kaba bulduğu kişiler için sıkça kullandığına şahit olduk.

Kuyruklu dağın odunu
Soğuk bir gündü. Üstat sobayı hazırlamaya çalışıyordu. Elinde tuttuğu orta büyüklükteki bir tezeği göstererek sordu:
– “Hoca bu ne biliyor musun” ? Biz hemen cevap verdik:
– “Tezek”. Üstat gülümseyerek:
– “Hayır bilemedin. Bu kuyruklu dağın odunu” dedi .

Elte meşelte garaveşe dürrün
Rahmetli üstat, bir meseleyi işine geldiği şekilde yorumlayanlar için şu olayı büyük bir keyifle anlatırdı: Adamın birisi askerdeki oğlundan gelen mektubu heyecanla açarak büyük bir neşeyle komşularına okumaya başlar. Selam kelam faslını kubararak okur ve komşuları da ilgiyle dinlemeye devam etmektedirler. Ancak, mektubun bir yerine gelince adam birden bire susup okumayı keser. Çünkü: Oğlu kendisinden harçlık istemekte ve mektubunda “Babacığım çok borçlandım. Borçlarımın yekünü altmış altı guruşdur. Acele harçlık gönderesin !” yazılıdır. Burayı okumak işine gelmediğinden; adam enteresan bir çözüm yolu bulur. “Altmış beş guruşdur” yazılı yeri iki başparmağı arasında komşularına göstererek:
– “Vay hergele ! Arapça da öğrenmiş ! Bakın ‘elte meşelte garaveşe dürrün’ yazmış” der.
Ekmek öyle taşınmaz
Bir gün üstatla Dörtyol’un ağzından Nalbantlarbaşı’na doğru yürüyorduk. Elinde bir ekmekle yanımızdan biri geçti ve önümüzde yürümeye başladı. Birden üstadın keyfinin kaçtığını hissettim. Önümüzde yürüyen kişiyi göstererek:
– Bak hoca ! Adam ekmeği nasıl taşıyor ?
Dikkatle baktım. Adam, ekmeğin bir ucundan tutmuş kollarını sallayarak yürüyordu. İlkin bir şey anlayamadım. Üstat hiddetlenerek:
– Hoca eskiden ekmek bir beze sarılıp göbek seviyesinin üstünde taşınırdı. Şimdi ahlâk kalmadı. Adama bak ! Odun taşır gibi ekmek taşıyor ! dedi.
Merhum üstat mesajını o adama iletemedi ama bizim beynimize adeta nakşetti. O gün bu gündür ekmeği nimete yakışır şekilde taşımaya dikkat ederiz.

Eve alınan yolda ikram edilmez
Bir gün Paşa Camiinin altındaki çarşıda yürüyorduk. Bir tanıdığa rastladık. Kısa hal hatır sormadan sonra adam filesini açtı ve üstada bir salkım üzüm ikram etmek istedi. Ancak bütün ısrarlara rağmen üstat ikramı kabul etmedi. Hatta adam birazda alınır gibi oldu. O bizden birkaç adım uzaklaştıktan sonda üstat sitemle şunları söyledi:
– “Yahu eskiden eve götürülen yolda açılmaz, ondan kimseye ikram edilmezdi ! Adam çoluk çocuğuna aldığını önüne gelene dağıtıyor ! İkramın da bir yeri yurdu var !”

Hafız Hakkı Feryadi’yi sorduğumuzda gülmüştü
Üstada bir gün Sivaslı meşhur Tanburî Hafız Hakkı Feryâdî’yi sorduk. Güldü ve:
– O büyük sanatçıydı. Ancak kendini çok naza çekerdi. Altında çift minder, iki yanında iki yastık, önünde dört beş kap yemek, onların yanında dört parmak kalınlığında baklava olmadıkça hiçbir düğüne gitmez, hiçbir mecliste çalıp söylemezdi” dedi.

Büyük bir keyifle şiir okurdu
Üstadın hafızasında bir hayli şiir vardı. Yeri ve zamanı geldikçe bunları büyük bir keyifle okurdu. En çok okuduğu şiirler arasında: Şair Nâbî’nin “Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dur bu/ Nazargâh-ı ilâhîdür makâm-ı Mustafâ’dur bu” mısralarıyla başlayan meşhur şiiri, Emrah’ın “İksir-i a’zamdır nutk-u ehlullah/ Yek nefeste hâki kimyâ ederler” şiiri ve şairini bilmediğimiz, “Bak kitâb-ı kâinâtın safha-i rengînine” mısralarıyla başlayan şiir gelirdi. Özellikle bu son şiiri tane tane ve vurgularına dikkat ederek o kadar güzel okurdu ki etkilenmemek mümkün değildi. Biz sadece şiirin metnini vermekle yetinelim:
Bak kitâb-ı kâinâtın safha-i rengînine
Hâme-i zerrîn kudret gör ne tasvîr eylemiş
Kalmamış bir nokta muzlim çeşm-i dîl erbâbına
Sanki âyâtın Hudâ nûriyle tahrîr eylemiş

Gerçek bir musikişinastı
O bir Tanburî Cemil Bey hastasıydı. Tanburî Cemil Bey’in bir düzine Taş Plağını ve onun eserlerinden oluşan bir tomar nota kağıdını gözü gibi saklayıp korurdu.
Eline bir nota kağıdı verildiğinde onu sesli olarak seri bir şekilde okur; öğrencisi Osman Yıldırım’ın naklettiğine göre “Notasız şarkı okumak ezbere mektup okumak gibidir” diyerek müzikle uğraşmak isteyen herkesi nota öğrenmeye teşvik ederdi. O sadece nota okumakla kalmaz, notalardaki parçaları mükemmel bir şekilde Tambur ve Utla çalardı. Sayın Ahmet Turan Alkan’ın “Altıncı Şehir” adlı kıymetli eserinde üstadın bu yönü geniş olarak anlatıldığından biz bu faslı daha fazla uzatmak istemiyoruz.

Fis sin-i veş şiyn zahara kabr-i Muhiddîyn
Üstadın sık sık anlattığı olaylardan biri de Yavuz Sultan Selim’in Şam’ı alıp Muhiddîn Arabî’nin kabrini ortaya çıkarmasıydı. Onun anlattığına göre Muhiddîn Arabî’nin mezarı bulunur ve mezar taşında “Fis sin-i veş şiyn zahara kabr-i Muhiddîyn” yazılı olduğu görülür. Bu sözlerin anlamı o zamanın bilgili kişilerine sorulur. Alınan cevap şudur: “Sin” Selim’i, “Şiyn” (şın) ise Şam’ı temsil etmektedir. Yani mezar taşında üstü örtülü olarak: “Yavuz Sultan Selim Şam’a geldiğinde Muhiddîn’in kabri açığa çıkacaktır” yazılıdır.

Gözlerim o kadar keskindi ki…
Üstat bir miktar övünmeyi de severdi. Bir gün dükkanında sohbet ediyorduk. Konu gençlik yıllarına geldi. O mutlu bir yüz ifadesiyle:
– “Gözlerim o kadar keskindi ki, merminin değdiği yeri görürdüm. Hatta değip değmediğini dahi anlardım” derdi.

Dinç bir ihtiyardı
Tanıştığımız yıl seksen dört yaşındaydı. Çekiç tutması, keserle odun kırması, oturup kalkmasıyla oldukça dinç bir görünüm sergiliyordu. Her sabah paça çorbası içmek için Nalbantlar başından Dörtyola kadar yürür, hemen hemen her hafta hamama giderdi. Bu dinçliğini bol elma yemeye ve sigara-içki gibi kötü alışkanlıklardan uzak durmaya borçlu olduğunu söylerdi. Çekmecesinde hangi mevsim olursa olsun mutlaka elma bulundurur; kemik saplı Sivas Bıçağıyla soyduğu elmalardan sık sık bize de ikram ederdi. Samimi olarak söylememiz gerekirse böylesine bir keyifle elma yemeyi ondan öğrendik. Güz yaklaştığında, “ Hoca Gürün Elması çıktı mı ? Gördün mü ?” diye sık sık sorardı.

Cenazesine katılamamak acı verdi
Çocuklarının anlattığına göre, 25 Ocak 1984 tarihinde abdest alırken birden bire düşerek rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş. Biz o tarihte askerlik görevimizi yapmaktaydık. Öldüğünü sonradan öğrendik. Cenazesine katılamamak bize büyük acı verdi. Ancak ölüm mukadderdi. Ardından fatiha okumaktan başka yapacağımız bir şey yoktu.

Ölümüyle adeta öksüz kaldık
Eski belgeleri okumakta bize çok yardımı dokunurdu. Okuyamadıklarımızı alıp ona götürürdük. Bir iki zorlanmayla hemen hemen eline aldığı her belgeyi okurdu. Onun ölümüyle adeta öksüz kaldık. Artık gideceğimiz bir kapı yoktu. Bir belgeyi okuyamadığımız zaman “Ah Hüsnü Emmi hayatta olsa bunları okurdu.” diyorduk, ama Hüsnü emmi bir kere göçmüştü.
Buraya kadar çalakalem yazdıklarımız sadece aklımıza gelenlerdir. Biz bu yazımızla onun bizim açımızdan tespit edilen özelliklerini anlatmaya çalıştık ve üzerimizdeki yükü attık. Halbuki, Hüsnü emmi bizim anlattıklarımızın çok daha ötesinde mühim bir şahsiyettir. Bu konuda yazması gereken diğer kişiler de hatıralarını yazarlarsa onun Sivas Kültürü için ne kadar önemli olduğu ortaya çıkacaktır. Mekânı cennet olsun.